AĞAÇLAR DA AĞLAR
Boz renkli evin köşesinde büyüyen ağaç.
Bu ağaç diğer ağaçlardan farklı meyvesi olan bir ağaçmış. Ağacı evin sahibi Melek teyze vaktiyle onu Mesut dedeye diktirmiş. Tabii o zamanlar çok minik olan ağacın belki de gün gelip bu kadar büyüyeceğini bilememişler. Gel zaman git zaman ağaç koyu yeşil gölgeli yapraklarını süsleyen damarlarıyla öylesine büyümüş ki onun büyüyor olması ikinci katta oturan evin hanımını rahatsız etmeye başlamış. Her sene ağacın kesilmesi için bahaneler buluyormuş. Yaşlılar da bu dünyadan göç edeli epey bir zaman olmuş. Ağacın kesilmemesi için artık bir neden kalmamış.
Her mevsim orasından burasından örselenerek kesiliyormuş. Ama her şeye rağmen olanca gücüyle dipdiri yaşamaya devam ediyormuş. O köşecikte bir başına küçücük toprak parçasında yine de dallarına sığmayan meyveler veriyormuş.
Yaprakları tazecik uçları açık filizi yeşilmiş. Kendini yasladığı boz renkli evin duvarından yukarıya mutlulukla boy atıyormuş. Hele ki bazı zamanlar güneş üzerine büsbütün ışıklarını sere serpe yayıyormuş. O vakit yapraklar güneşi bolca emiyormuş. Güneşin cömertliği Malta eriği ağacının ( Yenidünya) yapraklarına gölgeli cilalı kaygan bir parlaklık bırakıyormuş.
Mutluymuş fakat onunki gelip geçici bir mutlulukmuş. Bıraksalar bu mutluluğu sonuna kadar yaşayabilirmiş. Sonbahar kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamış. Bahçelerin tek tük evlerin çatıların sakince uyandığı bir günmüş.
Güz yaprakları dallarından dökülmeye başlamış. Malta eriği ağacı inadına sonbahara direniyormuş. Her sabah uyandığında dallarından yeniden filizler veriyormuş.
Havaların giderek serinlediği sonbahar artık gelmiş.Ağaç meyve vermek için çaba gösteriyormuş. Oysa meyveleri mart nisan aylarında büyümeye başlıyor, haziran sonuna kadar gelişimini tamamlıyormuş.
Bir dahaki bahar düşü yine hep yara aldığı bu küçücük toprak parçasıymış. Evin kıyıcığında var olup olmayacağını kara kara düşünüyormuş.
Güneş bütün sıcaklığıyla öğleye doğru yayılmış, Malta eriği ağacının yapraklarını cömertçe parlatmış. Ağaç güneşin ışıklarıyla sanki düğüne giden bir gelin gibiymiş. Okulların açılacağı günler yaklaşmış. Çocuk sesleriyle kuş sesleri birbirine karışmış. Gül Öğretmen eylülün son günlerindeki bu cıvıltıya başını kaldırmış pencereye yaklaşmış. Dışarıyı seyretmeye başlamış.
Malta eriği kendisine yaklaşan ayak seslerini işitmiş. Kendi aralarında onun da anlayamadığı bir dilde konuştuklarını anlamış. İki iri gölge ılık bir öğlen sonrasında birazdan yapacakları iş için hararetli hararetli aralarında hazırlık yapıyorlarmış. Malta ağacı irkilip bu iki gölgeden korkmaya başlamış. İri adımlar iyice yaklaşmış. Malta ağacı yapraklarının titremeye başladığını hissediyormuş. Biraz önceki güneşin o parlak cömert ışıkları giderek gücünü ışıltısını yitiriyormuş. O da ne, başı dönüyor, gökyüzünün az önceki maviliği yavaş yavaş bulanıklaşıyormuş. Titreşimli yüksek bir ses duymuş. Acımasızca bir motor sesiyle briket duvardan dışarıya taşan dalının sarsıldığını hissetmiş. Sonra da büyük bir acıyla gövdesinden ayrıldığını anlamış. Son dalında kopmasıyla kendini boşluğa, sonra da toprağa bırakmış. Yeniden aynı ses duyulmuş, güçlenerek artan ses ağacın gözlerinden acıyla dökülen yaşları görmezden geliyormuş. Bu seferde aynı ses evin camına doğru uzanan diğer dalları kesmeye devam ediyormuş. İki gölge ağacın çektiği acıları fark etmiyor, biri diğerine “şurayı kes, burayı da!” diyormuş. Nihayetinde yarım saat içinde iki gölgenin isteği olmuş. Oysa biraz önce bütün görkemli parlaklığıyla yaşama arzusu ile doluymuş. Bir dahaki bahara daha da güçlenip meyveler vereceğini düşlüyormuş. Malta eriği ağacı gövdesinden ayrılan dallarıyla sere serpe yerde can çekişiyormuş. Dallarına yürüyen tazecik hayat suyu gözyaşlarıyla asfalt yolu ıslatıyormuş.
Malta eriği ağacı gözyaşları dallarını ıslatırken son nefesiyle düşünüyormuş.“ Çok faydalarım vardı. Saymakla bitmez” diyormuş. “Bir kere kalp kanser hastalıklarına ve sindirime iyi geldiğim söyleniyordu. Ayrıca A, B ve C vitaminleri bakımından zengin olduğumda. Neden dallarımı gövdemden ayırmışlardı ki?”
“Doğadaki her şey insan için sayısız faydalarla yaratılmış. İnsanoğlu bunu görmezden gelmiş yaşadığı dünyayı hırsları uğruna yok etmeye başlamış .Artık‘ kolaycılık, faydacılık emek vermeden istediği şeye ulaşmak’ alışkanlık halini almış. Doğanın ağacın, yaprakların çiçeklerin kuşların kedilerin ırmakların her şeyin bir kalbinin olduğu acı çekip gözyaşı dökebilecekleri de unutulup gitmiş.