1876 yılında Karl Baedeker tarafından edite edilmiş bir kitap “Palestine and Syria: Handbook for Travellers“ (Filistin ve Suriye: Seyahatçiler için El Kitabı). 1801 1859 yılları arasında yaşayan Essen doğumlu Alman yazar Karl Baedeker’in ismi seyahatlar için yazılmış rehber kitapların ilkini yapan kişi olarak adı geçer kaynaklarda. Hazırladığı rehberlerden biri olan “Filistin ve Suriye: Seyahatçiler için El Kitabı“nda dönemin Antakyası hakkında da geniş bilgiler vardır. Erişebildiğim kaynak 1876 yılında yayımlanmış olsa da yazarın 1859’da hayatını kaybettiğini düşündüğümüzde bilgilerin daha eski olduğunu söylemek pekala mümkündür.
Öte yandan el kitabının asıl yazarının Bale Üniversitesi’nde Doğu Dilleri profesörlerinden Albert Socin olduğu belirtilmiştir kitabın giriş sözünde. Socin, kitapta tarif edilen yerleri defalarca ziyaret etmiştir. Ama kitabın yazarı sadece Socin olmadığı gibi editörlüğünü yapan Baedeker yine giriş sözünde verilen bilgiye göre kitapta adı geçen hemen yeri gezmiştir.
Antakya, kitabın 412 ila 418. sayfaları arasında yer alır. 412. sayfada bir de Antakya haritası bulunur.
“From Aleppo to Iskanderun by Antioch” Antakya Üzerinden Halep’ten İskenderun’a başlığıyla yer alan bölümde güzergah boyunca gezilen yerler için tahmini süre parantez açarak belirtilmiştir.
“Turmanin’in ötesinde, zengin, kırmızımsı toprağı olan iyi işlenmiş bir ovayı geçerek (53 dakika) Dâna’ya (Şeyhin evine konaklamaya) gidiyoruz, burada kuzey-kuzeydoğu yönünde Cebel Sim’an ve güneyde Cebel Arba pitoresk bir görünüm sunuyor. Dâna’nın kuzey batısında ilginç bir nekropol bulunmaktadır. Köyün yakınında ölüler için girintili çok sayıda kaya odası ve yan odaları da benzer karakterdedir. Kaya merdivenlerinin çoğu hala mevcuttur. Burada çok dikkat çekici bir sütunlu mezar, 10 ayak uzunluğunda bir kaideden oluşuyor. Yüksek, üzerine kare şeklinde dört sütun yerleştirilmiş, çatıyı taşıyan, üzerinde küçük kör bir piramit… Bu anıt 4. yüzyıldan kalmadır. Kuzeyinde kayaya oyulmuş diğer odalar ve zeytin presleri bulunmaktadır. — Köyün batı yakasına doğru güzel bir bina var, ancak bu bina tamamen evlerle çevrili ve ulaşılması zor. Batısında güzel süsleri ve birkaç penceresi olan küçük bir kilise var. (…)”
“Köyün güney tarafından başlayarak güneybatıya doğru ilerliyoruz ve yaklaşık çeyrek saat sonra güneye doğru ilerliyoruz. Uzakta Terîb Köyü’nden 40 dakika sonra ovanın sonunda Sermada kalıntılarını görüyoruz. Solda birkaç sütun var. 18 dakika, bir grup harabe; solda birkaç su sarnıcı, sağda ise birkaç kapı ve pasajlar var. 9 dakika, yıkık kilisenin bitiminde; 42 dakika, solda daha fazla kalıntı var, bunun ötesinde (9 dakika) sağa doğru tepeye çıkan bir patika var. Biraz ilerde kayaya oyulmuş Roma yolunun izlerini görüyoruz. Sağda (17 dakika) bir zamanlar rahibe manastırı olduğu bilinen Kasr el-Benât (“Kızların Evi”) adı verilen başka bir kalıntı grubu yer alıyor. Bazilikanın kuleli batı tarafı buradaki en iyi korunmuş kalıntıdır. (25 dakika) Burç er-Rakseh, çok sayıda kalıntı ve mezarın bulunduğu bir yer. Daha ileride (1/2 saat) vadi genişler. Soldaki küçük bir köyün (25 dakika) ötesinde, çok geçmeden büyük ovanın (Amik Ovası), gölün ve Amanos zincirinin manzarasını görüyoruz. Sol tarafta hala birkaç alçak tepe sırası uzanıyor. 40 dakika sonra rotamız sağdan önemli bir yola bağlanıyor ve 5 dakika sonra yolumuza devam ediyoruz. Yeni Şehir hanına ulaşıyoruz. Yenşehir 1844 yılında bölgenin Hallepli Osman Paşa tarafından restore edilmiştir.”
Seyyah burada bölgenin tarım için çok elverişli olduğundan söz eder ama hırsızlığın yaygınlığından şikayetçidir. Han da “kötü”dür.
Burada bir köprüden dereyi geçip soldaki tepe zincirini dolaşıyoruz. 1 buçuk saatte Arapların Harim kalesine ulaşıyoruz. Bu kale, Haçlılar tarafından yeniden inşa edildi ve Castrum Harenkh olarak adlandırıldı. 1163 yılında Nureddin, 30 bin Franktan oluşan bir orduyu bu mahallede bozguna uğrattı. Frenklerin kovulmasından sonra Melik el-Aziz 1232 yılında buraya yeni ve çok sağlam bir kale inşa ettirdi. Semt o kadar verimliydi ki bazen Küçük Şam olarak anılırdı. Yapay bir tepe üzerinde güzel bir konuma sahip olan kalede çok sayıda oda, kaya merdivenler, derin bir hendek ve kayaya oyulmuş bir tünel bulunmaktadır. Çevrelerde çok sayıda kaya mezarı bulunmaktadır.
Batıya doğru dağları takip ederek bir dereyi geçiyoruz ve 1 saat sonra Kusa Han’a ulaşıyoruz. Sağda birkaç izole tepe yükseliyor. 1 saat sonra Asi’ye, 25 dakikada ise orta çağda büyük önem taşıyan dört kemerli Cisr el-Hadid’e (“Demir Köprü”) ulaşıyoruz. Halen köprübaşına sahip durumda. Nehrin üzerinde su çarkları ve bir değirmen var, onun ötesinde ise bir han var. Daha ileride Antakya gölünü sağımızda tutarak bol miktarda meyankökü bitkisinin (Glycyrrhiza glabra) yanından geçiyoruz. 1 saat 40 dakika sonra daha güneye doğru geniş bir vadiye dönüp, kuyuların yanından geçiyoruz. Solda (1/2 saat) küçük bir vadi açılıyor, sağda ise bir su kemeri ve Jilija adı verilen bir grup ev var. Sol tarafta bir kuyuyu (23 dakika), sağda da iki köyü (20 dakika) geçerek meyve bahçelerinin başlangıcına (10 dakika) ulaşıyoruz. Sol tarafta (7 dakika) kaya mezarları, üstümüzdeki tepede ise antik Antakya’nın surları yükseliyor. 10 dakika sonra Bab Bulus yani Aziz Paul Kapısı’nın kalıntılarını geçiyoruz ve 1/4 saat sonra sol tarafta çok sayıda mezarı görüyoruz. 13 dakika sonra ulaşıyoruz”
Antakya’ya varış bu şekildedir ama sonrasında kalacak yer sıkıntısından söz eder seyyah. Konsolosluk temsilcilerinin evlerinde ya da bir gazinoda kalınabileceğini söyler. Her gelen yanında kendi yatak takımlarını getirmek zorundadır ona göre.
Sonra kısa bir Antakya tarihi verir. Antakya’nın kuruluşuna ilişkin efsaneden, kartalın konduğu yerden başlar. Şehir o sıralarda Asi Nehrinin güney tarafındadır sadece. Daha sonra nüfus arttıkça ikinci bir mahallenin kurulduğunu belirtir. Devamında efsanevi Antakya’nın kimi özelliklerini sıralar.
“Vatandaşlar, tiyatrolarında halk toplantıları yapan ve kendi belediye işlerini yöneten 18 kabileden (demoi) oluşuyordu. Seleukos ve halefleri şehri muhteşem binalarla süslediler. Üçüncü mahallenin Seleukos Callinicus veya Libanius’a göre Büyük Antiochus tarafından kurulduğu söylenir. Şehrin bu yeni kısmı nehirdeki bir adada yer alıyordu ve merkezi, sütunlu sokakların dört farklı yöne ayrıldığı dört kapılı bir tetrapylon veya kapalı sütunlu sıra ile oluşturulmuştu.”
Seyyahların anlatımları Antakya’nın yerleşimi, surlar, kapılar gibi ayrıntılarla devam eder. Bu ayrıntılar Seyahat(name)lerdeki Antakya 2. ciltte anlatılacaktır.