Barış Ela Gözlü Bir Çocuk Oynasın Bahçemizde
Yaşar Kemal, son dönem edebiyatımızın en saygın ‘Kahramanları’ndan biri. Sevginin ve umudun diliyle konuşup yazmasından kaynaklanır onun bu saygınlığı. Ayna olabilmesinden, gözlemlediklerini art niyetten arınmış bir biçimde yansıtabilmesinden kaynaklanır. Yaşadıkça yaşlanan bir can değil; yaşadıkça kök salan, aynı zamanda da diri kalan genç bir fidan o. Hakkında olumlu ya da olumsuz konuşanlar hep oldu. Meyveli ağaç misali sayısız el tarafından taşlandı. Seveni ve sevmeyeni de bol onun. Bununla birlikte hakkında konuşan her dil, yazan her kalem; konuşmadan, yazmadan önce, ön yargıdan arınmalı. Sakin bir hal ile bir süre durmalı, büyükçe bir kütüphane olarak adlandırılabilecek eserlerinin önünde susmalı. Bu eserlerde kimi zaman halim selim, kimi zaman öfkeyle dile getirilenlere kulak vermeli.
Dev romancı Yaşar Kemal’in ‘Bu Bir Çağrıdır’ adlı eseri, yazarın 1992’den beri kaleme aldığı barış ve demokrasi konulu yazılarını derleyen bir kitap. Kitabın adını işitir işitmez içeriğini ve yazarının bu içeriğe dair neler söyleyebileceğini neredeyse tıpa tıp tahmin edebiliriz. Kitabı bir solukta bitirdiğimizde tahminimizde yanılmadığımızı görebiliriz üstelik. Bu kitabı okuyanlar, adıyla ve yazarıyla uyumlu bir eserle karşı karşıya geliyor. Türkiye’de yaşayan herkesi herhangi bir ayırım gözetmeksizin ferah ve aydınlık bir pencereye çağırıyor yazar, bin bir çiçeğin mesken tuttuğu rengârenk bir bahçeye. Kanın ve gözyaşının bolca akıtıldığı bir mezbelelilikte görüp üzülüyor aynı vatanın hem kalben hem de düşüncede ayrı düşürülmüş sahiplerini. Evet, bizler aynı vatanın sahipleriyiz, binlerce yıllık kardeşliğimizle ve kalleşliğimizle. Hiçbirimizin daha fazla hakkı yok bu bereketli topraklar üzerinde. Kimimiz azınlık, kimimiz çoğunluk olsak da hepimiz eşitiz hakta ve özgürlükte.
Bir okur olarak, itiraf etmeliyim ki Yaşar Kemal’i çok seviyorum, hem de ondan ilk kitabımı okuduğumdan beri… Şimdi çağdaş bir destan diye tanımlayabildiğim İnce Memed’i okuduğumda İnce Memed’in şahsında Yaşar Kemal’e hayran olmuştum. Sömürünün her türlüsüne karşı duran tavrı ve tarzı; İnce Memed’de gözlemleyip eski zamanların destansı söyleyişini belleğimin en asi köşesine kaydetmiştim. ‘Bu Bir Çağrıdır’ın satır aralarına da Yaşar Kemal’de hep var olan bu destansı üslup sinmiş.
Yaşamak yanılsama, belki de boş bir telaştır. Sonsuzmuş izlenimi veren bu yanılsamanın ortasında, insan soyunun içine düştüğü en korkunç ve aynı zamanda içler acısı paradoks kuşkusuz aşırı milliyetçiliktir. Atların dahi milliyeti var. Bizler de elbette soyumuzu sopumuzu, bilecek ve belki de bununla şeref duyacağız. Bunda bir sakınca yok. Her ağaç köküyle sağdır. Fakat iş başka milletleri, başka toplulukları düşman kabul etmeye gelip dayanırsa çirkinleşir. Yaşar Kemal, ‘ey Türk halkı, Kürt halkı, bu toprakların zenginliği olan bütün halklar, sözüm hepinizedir. Yirmi yıldan fazladır bu ülkede herkesin onuruyla, barış içinde yaşaması için çağrıda bulundum. Bu çağrıları bir kitapta toplayarak bir kez daha sesleniyorum. Bu kardeş kavgasında, binlerce gencimizi toprağa verdik. Çok kötülük, çok zulüm oldu. Bu savaş bin yıllık kardeşliğin önünü kesti. Dostluk topraklarına öfke ve kin tohumları serpildi.’ deyip ülkemizdeki durumu özetliyor. Umutsuzluk yellerini kovarak, onurumuzu, ekmeğimizi ve kültür zenginliğimizi kurtarabileceğimizi ekliyor bu durum belirlemesinin yanına. Tek çözüm el ele vermek elbette onun ‘Bu bir çağrıdır. Sözüm sizedir,’ sözüne uyarak.
Ya devlet başa ya kuzgun leşe! Bu atasözünü ilk kimden ve ne zaman işittiğimi anımsamıyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki o da şu: Sık sık ve sesli olarak tekrar etmemiz gerekir bu köklü atasözündeki eskimez gerçeği. Dünya üzerinde birçok topluluk ya da millet var ki devletinin kıymetini bilemeyip kuzgun eline düşmüş. Bu acı olay nedense Doğu coğrafyasında sıklıkla yaşanıyor. Devlete bağlılık elbette önemli bir özellik, bununla birlikte onun adına işlenen hataları da kulak arkası etmemeliyiz. Yaşar Kemal, ‘yetmiş yıldır Türkiye halklarının başı belada,’ diye yazmış 1993’te. Bugün aradan neredeyse yirmi küsur yıl daha geçmiş, ne yazık ki başlarımız hâlâ belada. Düğün alaylarına denk coşkuyla askere gönderilen gençler, hayatlarının baharında kara toprağa girdiklerine göre; başkaca birçok genç yarını belirsiz bir kavganın içine çekildiğine göre durum vahimden de vahim. Hınca hınç doldurulan stadyumlara maç izlemeye çağırmıyor Yaşar Kemal bizleri, ya da başlarımızı kuma gömmeye davet etmiyor. Birbirimize kıymamaya davet ediyor. Bu çağrıya uysak olacağı şu ki: Demokrasi yalanları söylenmeyip, inanılmayacak bundan sonra bu yalanlara. Yalanın yerini gerçeği, gölgenin yerini aslı alacak.
Yaşar Kemal ülkemizde ‘kim vurdu’ya kurban edilen iyi insanlardan söz ediyor bizlere. Mehmet Uzun, Musa Anterler Kemal’in bu konuda adını önemle andığı iki isim. Birer barış güvercinine benzettiği bu kişileri öldürenlerin ve öldürtenlerin ‘ülke adına hiç iyi bir şey yapmadığını’ dile getiriyor. ‘Ben yandım el yanmasın,’ diyebilen ortak bir kültürün ruhudur ona bu dile getirişin ilhamını veren. Her şeye rağmen umutla çağrıda bulunması da bu anlamda bir öngörünün izdüşümüdür. Barışın olduğu günleri biz görmesek de birilerinin göreceğinden emin olan bir sanatçının son derece güçlü olan inancıdır onu söyleten. Hani atalarımız söyleyene değil, söyletene bak derler ya… İşte öyle…
‘Bin yıllık kardeşlik’ diye nitelendiriyor Kürtlerin ve Türklerin asli durumunu yazar. Çocukluğunda olmayan ayırımdan, husumetten şikâyet ediyor. Bırakın onun çocukluğunu, benim çocukluğumda da yoktu böylesine yürek acıtan bir tablo. Yaşar Kemal Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir Kürt çocuğu olarak bir Türkmen köyünde büyümüş; ben ise 1970’lerin sonlarında, 1980’lerin başlarında bir Türk çocuğu olarak İzmir’de büyüdüm. En yakın arkadaşlarımdan ikisi -kardeştiler- Tuncelili bir ailenin çocuğuydu. Kulaklarım onların kapısının gıcırtısındaydı, bugün hayallerimin en sevimli odalarında dolaşır o ses. O sesi duyar duymaz pencereye koşardım, onlardan birini ya da ikisini sokakta gördüğümde yanlarında alırdım soluğu. Sonraları ortaokula ve liseye giderken yol arkadaşıydım onlarla. ‘Seksen İhtilali’nde hepimiz birer çocukken mahallemizi bir bölük asker sardı; amcalarını solculuktan, babalarını kardeşine yardım ve yataklıktan alıp götürdüler. Anneleri işteydi, arkadaşlarım ve erkek kardeşleri ortada kalınca benim annem kucakladı onları. Şimdi onların anneleri de, benim annem de geçiciliğinden emin olduğum bu dünyada yok. Annem vefat ettiğinde benim kadar onlar da ağladılar. Yazsam daha çok yazacağım bu konuya dair. Fakat ne gereği var. İşte böyleydik önceleri biz. Şimdiki -seksen sonrası- zamanı anlatmak da gereksiz, yaşayıp görüyoruz içler acısı durumu.
Şefkatli binlerce el sarıp sarmalamalı yaralı yürekleri. Kin ile kan ile bir yere varılamayacağı kesin. Bilirsiniz toprak kana doymaz; ne kadar akıtılırsa o kadar emer kanı. Düşmanlıktan beslenen, ‘Anadolu insanının kanına ekmek doğrayan’ güçler de kine doymaz. Birileri savaştıkça, birileri öldükçe, birleri ağladıkça büyüyen, insan sıfatında tuhaf varlıklar sarmış ne yazık ki dört bir yanımızı. Kurtlar onların yanında daha az vahşi kalır. ‘Bu Bir Çağrıdır’da müşfik bir dokunuş, şifalı bir el hissediliyor. Her ne kadar bu elin sahibi umursamazlığa ve savaştan çıkar elde edenlere karşı öfkeli olsa da. ‘Dünyayı güzellik kurtaracak’ dizesine anımsamakta yarar var bu konuda.
Sevginin bir tür tohum olduğunu kabul edersek nereye ekilirse ekilsin er ya da geç yeşereceğine dair bir umut da beslemeliyiz. ‘Çok hatalar yaptık ama umutsuzluğa düşmenin bir gereği yok. Bir ülke insanları insanca yaşamayı, mutluluğu, güzelliği, seçecekse bu, evrensel insan haklarından, düşünce özgürlüğünden geçer,’ diyen Yaşar Kemal barışa kavuşma umudumuza ilişkin bir yol gösteriyor. Aynı toprakların ortak kaderini paylaşan insanlar birbirlerinin kültürlerine saygı ile bakmakla yükümlüler. Türkülerini yan yana yaratan, düğünlerinde el ele halaya durmuş, birbirinden kız alıp kız vermiş insanlar; geçici bulutlarla kararmış gökyüzüne bakarak karamsarlığa düşmektense hoş ve ılık rüzgârlarla o bulutları uzaklaştırmaya azmetmelidir.
‘Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar’ diyor Yaşar Kemal. Ne yüksek bir söyleyiş, ne ince bir rica bu. İnsanı insan kılan eti kemiği değil, ete kemiğe bürünen ‘can’ıdır. Ve canlar kötülükten uzak durdukça birbirine yakın olacaktır. Birbirine yakın olanlar, birbirine sevgi ve hoşgörü duygusu ile bakanlar ‘biz’ diyebilmeyi de başarırlar. Türkiye’de yaşayan farklı etnik kökene sahip insanlara bakınız ne kadar da benzer, hatta aynıyız. Dinimiz, gelenek ve göreneklerimiz, ahlak anlayışımız, sanat zevkimiz, bayramlarımız, düğünlerimiz, cenazelerimiz, aykırı bulduklarımız, benimsediklerimiz, dünyaya bakış açımız, esmere çalan tenlerimiz… Daha nice ortak yanımız var. Gerçi hiçbir benzerliğimiz olmasaydı da düşmanlığa ihtiyacımız yoktu. Kinden ve cümle kötülükten arınmak bu yüzden zor değil bizler için.‘Nâzım Hikmet gibi adamlar’ın uzun yıllar vatan haini diye anıldığı, ikiyüzlü politikacıların, sahte demokratların çoğunlukla işbaşında olduğu, kitlelerin cahil cesaretiyle ve sürü zihniyetiyle yabancılaştığı, halkların evrende birbirinden uzaklaşan yıldızlara benzer bir hal ile birbirinden uzaklaştığı, ‘ötekileştirme’nin her devirde moda olduğu -hatta artık klasikleştiği- bir ülkede barışa dair umutlar beslemek her babayiğidin harcı olmasa gerek. Onun için Yaşar Kemal’in binlerce hikmeti de yapısında barındıran sözlerinin önünde selam duracaktır, aklı eren, kalbi bunca olumsuzluğun rağmına tertemiz bir ayna kalabilen her okur.
‘Sayın baylar bayanlar, vatanımızı çok sevenler, vatanı sevmek taşını, toprağını, ağacını, suyunu sevmektir,’ diyen Yaşar Kemal’in her sözcüğüyle katıldığım tanımını haddim olmadan ‘insanını sevmektir,’ diye devam ettirmek isterim. Zira dedesi, babası, ataları bir ülkede doğan insanları sırf azınlık oldukları için ‘ötekileştirmek’ çağını çoktan -hem de kanla ve gözyaşı ile- tamamlamış yanlış bir zihniyettir. Onların dillerine, kültürlerine saygı duymak; dillerini ve kültürlerini yaşatmalarına engel olmamak ise insana en çok yaraşan hâldir. Türkiye; içinde binlerce çiçeğin açtığı renkli bir bahçe, barış ise bu bahçede oynayan ‘ala gözlü, güzeller güzeli bir çocuk’ onun yaşama özgürlüğünü güven altına almak her vatandaşın ve elbette devletin görevi. Yaşar Kemal, 21. yüzyılın hilelerine inat kirlenmemiş kalbiyle, barış ve kardeşlik çağrısında bulunuyor, yıllardır ve hiç mi hiç usanmadan. Onun bu çağrısına uymak zor değil. Elbette kandan beslenen tuhaf mahlûklar olmayanlar için…