Bir Tiyatro Oyunu: Dayak Arsızı
İnsan soyu binlerce yıldır dünya üzerinde birçok kötü eyleme imza attı, hâlâ da atmakta. Savaşlar, yıkımlar, sömürü, şiddet, kan ve gözyaşı dökmek… daha niceleri. Oysa insanın dünyaya geliş nedeni iyi işler yapmaktı, öyleyse varoluş amacının farklı bir odak etrafında biçimlenmesi gerekirdi. Bu sırra eren kişiler, sonsuz olasılıklara bile sığmayan bir fırsatı doğru bir biçimde değerlendirmeyi amaç edinirler. Edebiyat, sanat, felsefe ve bilim sağ olduğumuz müddetçe yapabileceğimiz en iyi işler olarak sıralanabilir. Hülya Senday Özdamar, dünyaya edebiyat penceresinden bakmayı yeğlemiş. Şiirle, yazıyla, tiyatro eserleriyle varlık ağacının dallarını süslüyor.
Dayak Arsızı Hülya Senday Özdamar’ın tiyatro türünde kaleme aldığı bir eser. İki perdeden oluşan eserde başkahraman Doğan otuz beş yaşında bir devlet memuru. İşine sadık ve çalışkan bir adam. Çevirmenlik yaptığı devlet dairesinde vicdanının kabul etmediği olaylar gerçekleşmekte. Çoğu iyi ve dürüst insan gibi yalnız bırakılıyor. O yine de kendisine verilen görevleri yerine getirmeye çalışıyor. Sözde son derece çalışkan mesai arkadaşları hep birlikte öğlen yemeğine giderken bile masasından ayrılmıyor. Üç dört günde bitecek işi bir güne sığdırmak adına dinlenme hakkından feragat ediyor.
Dayak Arsızı’nda Doğan’ın sıradan gibi gözüken bir iş günü anlatılıyor. Daire arkadaşları dedikodu, boş sohbet ve seviyesiz diyaloglarla mesai saatlerini doldurmaya çalışılarken Doğan yapması gereken çeviriyi tam zamanında teslim etmek için üzerine düşenin en iyisini yapmak için uğraşı gösteriyor. Peki günün sonunda acaba hak ettiği davranışlarla mı karşı karşıya kalacak, yoksa bir dayak arsızına mı dönüşecek. Onun isyanı o kadar içli ve samimidir ki okurların ve izleyicilerin kalplerinde silinmez izler bırakacaktır. Doğan yaşadığı haksızlıkları en ince ayrıntısına kadar sevdiği kadına, Cansu’ya anlatır. Nitekim sevgi sadece neşeli zamanların paylaşılması değildir. Acıların, problemlerin de paylaşılmasıdır.
Oyunun ilk perdesi, Cansu’nun evinde başlar. Cansu büyük bir özlem ve heyecanla Doğan’ı beklemektedir. Müzik dinleyerek sosyal hayatın ve şehrin yorgunluklarını atan Cansu sanata eğilimli genç bir kadındır. Bu yüzden olsa gerek hassas bir duygusal yapıya sahiptir. Sevdiği adam onun için diğer alelade insanlardan farklıdır. O gelecek diye hazırlanmak, onu beklemek ise büyük bir mutluluk kaynağıdır. Doğan geldiğinde sabır ve içtenlikle onu dinler. Belki de Doğan’ın o yüce kalbinin, çalışma azminin, işine sadakatinin ödülüdür böylesi bir sevgi.
Toplumsal hayat sayısız katmanlardan ibaret. Bu hayat katmalarındaki kişilerin kimileri iyi ve çalışkan, kimileri tembel ve umursamaz, kimileri ise tamamen çıkarcı ve bencildir. İnsanların binbir maskeyle dolaştıkları maskeli balonun tam ortasında gibiyiz. Kime güvenip kime güvenmeyeceğimizi kestirmek gerçekten de çok güç. Hülya Senday Özdamar, okurlarına çevrelerindekilere karşı son derece dikkatli olmayı salık veriyor. Öte yandan dürüstlükten ayrılmamayı. Her ne kadar kötücül insanlar iyi insanları Dayak Arsızı’na çevirmeye çalışsalar da…
Hatice Eğilmez Kaya