Hafız, Hayrettin Filiz – 1. Tablo
- TABLO ; KARANLIK
Sahne; Sırtında “abartılı” bir yükle bir eşek (oyuncu/lar) ve Topuklu Durmuş girer. Fonda yoksul bir köy görüntüsü…
Topuklu Durmuş – Haydi benim aslan eşeğim. Aha da evimize ulaştık. Haydi kalk daşşağını yediğim. Elini ayağını öpüyüm, kalk. Evimize varınca buğday samanı yedirecem sana. Ağa eşşeği gibi bir sıkım da arpa karıştırıcam. Kalk hadi. (Es) Bak, gel beni rezil etme bütün köye, gel sen beni dinle. Gece ikiye bölündü zırıltımızdan. Öğlen namazım yandı, ikindi namazım yandı, ahşam, yatsı hepsi yandı. Bak, ikimizde geberdik acımızdan. İnat etme artık. Hade ben eşek oluyum, sen benim sahabım ol, yeter ki kalk, hadi.
(Yavaş yavaş insanlar toplanmaya başlar sahneye)
Topuklu Durmuş – (Gitgide sinirlenerek) Hade pokunu yediğim, bak rezilliğimiz diz boyu, kalk hadi. İrezil rüsva olduk kalk hade…
Nuru – E be Topuklu Durmuş gardaşım, senin yaptığını gavır yapmaz be. Bu zavallı eşşeğe de bu kadar yük yüklenir mi gardaşım? Bunu Hacı Abdi’nin katırı mı sandın sen?
Sülü – Sen essahkine gavır Durmuşmuşsun be. Hem de gavırın koyusu. Moskof gavırı. Namaz yok, abtez yok, bismilleh yok, n’oolucu len? Yola çıkarken bismilleh dedin mi? Yok. Çalı kesmeye başlarken? Yok. Çalı çırpıyı, çuvalı muvalı eşşeğe yüklerken bismilleh dedin mi? Yok. Yola düşerken? Yok. Tabikine şeytanlar biner eşşeğine o zaman Topuklu Durmuş. Tabikine yük bismillehsiz elli katına çıkar.
(Eşek “ıııııııı-ıh” deyip durmaktadır)
Topuklu D. – Bak, eşek efendi, sabrım bitiyo ha? Bak, haber vermedi demeyesin sonra?
Çepikli İsa – İslam adamının ettiğine bakındı? Tabikine kalkamaz. Hemi de küçücük hayvan… Eşekse eşek, onun da cinleri, şeytanları olmaz mı hiç? Bismillehsiz adım atmaycan, adım! Bismilleeeeeh!
Nuru – Cennetin hurileri bakıyo şinci yukardan. Yaşayan mahlukata zarar veriyon hee mi, bismilleh de demiyon hee mi…
Sülü – Bismilleh, bismilleh…
Topukulu D. – (Sinirlenir) Gavırsam gavırım be! İslamsam islamım size ne len! Eşeğim ufaksa ufak, kalkmazsa kalkmaz! Hadi siktirin evlerinize be! Mezara birlikte mi gireceğiz len? Sırat’ ta beni siz mi sırtınıza alacaksınız? Ben cehennemde odun oluyum da, siz cennetin aha orta yerinde oturun be! Tuba ağacının gölgesinde hurilerle keyf edin siz ulan, ben cehennemde yanarım, siktirin şimdi evinize. (Eşeğe yönelir. Bir iki tane de patlatır) Kalksana avradını dürttüğümün eşeği, sen ne laf anlamaz bir hayvansın be! Ben senin ecdadını-
(Müzik girer. Pantomim. Herkes yükü azar azar eşeğin üstünden alıp kulislere götürmeye başlar. Sonunda Topuklu ve Eşek yalnız kalırlar)
Topuklu D. – (Eşeğe nefretle bakar) Seni orospunun malı seni! Eh ben de seni odun gibi ocaklarda yakmazsam! Senin derini yüzüp davul yaptırmazsam! Seni eşek aldık da canımız ırahat ediyo he mi?… Bütün köye rezil ettin beni, hangimiz eşek şimdi eşşeğloeşşek. Sen mi ben mi?… Cevap ver!… Sen mi ben mi?… Baak, öyle bak yüzüme sade… Getir, getir semerini de sırtıma koy da tekmil eşek oluyum haydi… Ben yük çekeyim, sen de ağa gibi yaylana yaylana yörü. (Ceketini çıkarıp yere çarpar) Al, al bunu da giy de, tam ol. Aha işte eve geldik… Geldik de n’oldu? Karı olacak Cıvırık Güllü duyuyo mu hiç? Para döktük eşek aldık, adam çıktı. Para döktük karı aldık, sağır çıktı… Sen öyle sallana sallana yörü, ben çekerim yükü, çırpıyı. Sen gel Topuklu Durmuş ol, ben eşek oluyum… isten mi?… Kime diyom, bi’ şey desene anası orospu… Sen geç evde avradın yanına yat, ben ahırda yatayım he mi? Cıvırığın kaltağı Güllü geliyo mu bak, o da senin gibi. O kancık eşek, sen erkek eşek… Avratnan eşekte şansım yok benim. Aaah ah! Ah ki ne ah!… Avrat dediğin, herifime n’oldu diye yollara düşer be! Umuru mu orospunun. O yatsın sade… Dünya değil bu rezillik be, kepazelik! (Yağmur başlar) Hah bi’ sen eksiktin! Yağ bakalım, yağ! Sakın ha, hiç durmadan yağ! Hadi Allah’ım eline sağlık be! Yağdır! Oooh! Çok lüzum bize yağmır! Sakın gelecek yıla bi’ damla bile bırakma, hepisini şimdi yağdır, yağdır Durmuş salağının başına. Yaza bırakma sakın haa? Ekinler kurusun, toprak çatır çatır yarılsın he mi? Evimizi, damımızı sel alsın, hayvanlar acından gebersin, sakın kesme, kırk gün kırk gece yağdır. Sakın durma… (Sesi değişir) Zengininkine elleme haa, yalınız Durmuş’a yağdır. Gücün fakir fukaraya yetiyo he mi? Yalınız beni görüyo gözün… N’ettim sana, de bi’ yol? Üç keçimden birini kurt şeytanına yedirdin, biri topal, biri sütsüz… Bildiğini yap gayrı. Günahsa günah. İster yağmır yağdır, ister daş yağdır, ister yılan yağdır, umurum değil gayrı. Bir yandan Abdi Ağa kessin cezayı, Fransız vergici kessin, bir yandan sen kes. Zaten bana öte dünyada yatacak yer yok… Olmazsa olmasın. Yakarsan yak beni katran kazanlarında. Gene de minnetim yok be! Keşke şimdiden ölsem, dünyayı yeter boş yere daralttığım. Al şu verdiğin emaneti, al! Al canımı da sen de kurtul, ben de! Yeter benimle uğraştığın, yeter! (Es) Ayıp sana be! Koskocaman Allahsın! Ne uğraşıp duruyon bennen. Öldür diyom öldürmüyon, yaşat diyom yaşatmıyon. Al şu canımı da yolla beni cehenneme bitsin gayrı bu eziyet. Bıktım be, bıktım.
(Eşek kalkıp gitmeye yeltenir)
Topuklu D. – (İrkilir) Nereye patışahım, hayırdır? (Eşek durur. Eve (kulise) doğru) Kız Gülllüüü, geberdin mi Cıvırığın kızı!
Güllü – (Girer) Ne diyon gene koca sırtlan? Ne bağırıyon ayı gibin?
Topuklu D. – Ne çıkmıyon len kapıya? Bak patışah hazretleri geliyo, sen-
Güllü – Hee, davul zurnayla karşılayacam seni? Ben de ne yapsam diye düşünüyodum zati. Gel de bak bi’ yol içeri, gene su bastı evi.
Topuklu D. – (Dişleri arasından anlaşılmaz sesler çıkararak yukarı doğru bakar) Gene mi?
Güllü – Bir damla su alırsa ben bu hocalığı bırakırım diyodu bi’ de Hasan hoca.
Topuklu D. – Parmakları kırılsın hocanın da hacının da.
Güllü – Sus len gavır. Denir mi hiç öyle?… Biraz tikkatli yazmış olsaydı sel muskasını, bir damla su girmezdi ya eve dama…
Topuklu D. – Zehir zıkkım olsun aldığı bir teneke buğday. Burnundan kan olsun gelsin.
Güllü – Len susss! Yürü evi kurtarak…
Topuklu D. – Kimden?
(Es)
Güllü – Töbe estafurullah, yürü hadi yürü.
(İki oyuncu çıkarken Ali Yüce girer)
Ali Yüce – (Girer) Ben küçüktüm
Atatürk’ü bilmiyordum daha
Ansırım sılanın gurbet olduğu yılları
Üç frank vergi için babama
Yüz kırbaç attı Fransız tahsildarı
İşte sana bir soru düşmana dayı diyen adam
Türk direkte kuruyunca düşman bayrağı
Utancını hangi kuyumcuya sattın
Tanıyabildin mi damarlarında dolaşan kanı.
Ben küçüktüm
İsmet Paşa Paşaydı daha
Özgürlüğün özgürlük olduğu yıllarda
Parmağımı sokuverdim kurbağanın ağzına
Ekmeğin ekmek olduğu bir sırada
Bir gece kendi arpamızı çaldık tarladan
Ötmek istiyordu kurbağacık
Anırmaya kararlıydı boz eşek
Sığmıyordu semerinin altına
Bir jandarma bizi mi gözlüyor ne
Fasulye sırığını tüfek görüyor babam
Yüreğini sokuverdi eşeğin ağzına
Sanki para çalıyordu hazineden.
Her ne kadar köyümüzde Topuklu Durmuş gibi “gavır” lar olsa da, elbet besmelesiz iş yapılamayacağını onlara anlatacak Hasan hocalar da vardı. Ve ailem, beni Kur’anı hatim indireyim; hafız olayım diyerekten, köyün diğer çocuklarıyla birlikte Hasan Hoca’nın yanına verdiler. On iki bayram orada geçti. Altı ramazan, altı kurban bayramı.
( Bir grup çocuk, başlarında takke, ellerinde Kur’anlarla girerler. Kafası kel olan çocuk,( Kel) Ali’de onların içindedir. )
Kel Ali – Ya Rabbane ya rabbane
Yardım eyle kıyamata
Hakkın habibi Mustafa
Yardım eyle kıyamata
( Her dize tek tek tekrarlanacaktır. )
Ali Yüce – Bakın ben de ordayım. Şu kafasında kel olan benim… Bunca yıldan sonra bana “Mılla Ali” dediler köyümde. Hasan Hoca’nın da gözdesiydim artık. Hasan Hoca ; “ benim bunlara belletecek bi’şeyim kalmadı ” deyince… ver elini Kuyulu köyü ve dahi Antakya hariç, her bi’yerin en derin hocası Molla Hamza’nın yanı… Molla Hamza bizim oraların “en derin” hocasıydı. Antakya’nın hocaları bile bilmediklerini ona sorarlardı. (Çıkar)
( Nuru ve Molla Hamza girerler. Kel Ali koşup her ikisinin de ellerini öper)
Nuru – Gayrı sen bilirsin Mılla Hamza efendi, ben bir kazmaya sap olamadım, hiç olmazsa bu fukara oluversin. Irahat ekmek yesin. Ağzı yok, dili yok eşeklere benzemesin diyerekten geldik yücelik eteklerine. Zefillikten götümüz çıktı… Bir yandan cahallık, bir yandan yoksulluk… Hem bu dünyamız haram hem öte dünyamız… Gayrı sen bilirsin-
(Molla Hamza meslerini çıkarıp, minderine oturur. Bütün çocuklar değişik makamlar-da Kur’an okumaktadırlar. Hepsi sallanmaktadır. Bir an çocuklardan biri duracak gibi olur, Molla Hamza rüzgar hızıyla duvara dayalı olan sopasıyla ona patlatır. Bütün çocuklar daha yüksek sesle ve sallanarak “okumayı” sürdürürler )
Molla Hamza – Ağır ceza reyisi…
( Çocuklarda aniden sahne donması. )
Nuru – Çocuk benim diyil, senin hoca efendi. Döv, öldür, derisini yüz, gözlerini oy, yeter ki adam et, derin bir hafız çıkar bu Allah’ın fukarasından. Biz cahal kaldık, bu kalmasın. Zehinlerini vermezse patlat köteği gitsin.
Molla Hamza – (Elindeki uzun sopayı sallayarak) Bizim ağır ceza reyisi karışır kötek işlerine.
Nuru – Hay eline sağlık, hay gül bite ellerinde. Hoca efendi işine karışmak gibi olmasın amma, kaç yılda derinleşir bu çocuklar?
Molla Hamza – En az… beş yılda.
Nuru – Vay anam vaaay… Kolay mı öyle derinleşmek, değil mi ya hocam?
Molla Hamza – Her bir yıl bir teneke buğday getirecen. Her iki bayramda da bir koyun, bilemedin keçi… Derin bir molla olunca da… bilmem artık orasını. Senin bileceğin iş.
(Es)
Nuru – (İç çeker) Bulacaz gayrı, evlat uğruna bulmalı… Peki ya Molla, bu beş yılda hangi bir ilimleri belletecen bunlara?
Molla Hamza – Dedim ya Nuru efendi, derin, depderin bir hoca yaparaktan teslim edicim size. Yanikine bir imam için ilazım olacak her bir ilimleri belletecem. Mısır makamında Kur’an kıraat etmeyi, mevlidi şerif okumayı. Vakit namazlarını, teravih namazını ve dahi cenaze namazlarını kıldırmayı. Bayram namazlarını kıldırmayı. Ölü yıkamaklığı, ölü gömüldükten sonra başında talkın okumayı. Nikah kıymayı, iman tazelemeyi. Her bir çeşit mektup yazmayı. Cenk okumayı, daş saymayı, yağmır duasını. Taksim etmesini, cem tarh, zarp yapmasını…
Nuru – (Kel Ali’ye) Breh breh breh… Aha bütün bunları kafanın içine dolduracan bak Ali. Gözünü dört açacan. Açmazsan kemiklerini kırar, odun eder senin hoca efendi!
Molla Hamza – Beş senenin hitamında Antekye’nin en derin hocalarına mektip yazacaklar. Eğerkine mektiplerine cevap gelmezse, verdiğiniz her bi’ şeyi geri alın.
Nuru – Estafurullah hoca efendi, o ne dimek? Biz cahalız, kusurumuza bakmayasın emme bi şey deycem. Deycemkine bu çocuklara azıcık da bakımcılık belletsen. Baş ağrısı filan yazmayı, kurt ağzı bağlamayı, şeytan kovmayı filan…
Molla Hamza – Tabikine evet. Bakımcılık bilmeyen bir hoca yarım hocadır. Yarım da deyil çeyrek hocadır. Neyleyim ben öyle hocayı. Zehinlerini verirlerse… çok derin hafız olacakları bellidir, rahat ol.
(Sahne donması)
Ali Yüce – (Girer) Derin bir hafız olmak için var gücümüzle çalışmaya başladık. En şiddetli kış günlerinde bile bizim köyle Kuyulu arasındaki yolu iki kere tepmek bize vız geliyordu. Her çeşit boy ve yaşlarda, her biri bir çaput yığınını andıran yetmişe yakın çocuk büyük bir uğultuyla sabahtan akşama kadar sallana sallana okuyorduk… Yıllar geçtikçe öte dünya üzerine bilgilerimiz derinleşiyordu. Cennet, cehennem, Sırat köprüsü, Arasat meydanı, kıyamet günü, ye’cüc me’cüc, İsrafil’in üfürüp dünyayı dümdüz etmesi, cinler, şeytanlar… Öte dünyayı karış karış öğreniyorduk. Bu dünyaya, bu dünyanın insanlarına bir tuhaf bakıyor, onlara acıyorduk. Örneğin babam Nuru, ne yapacaktı orada? Sonra gavır Durmuş, Topuklu Durmuş? Kesin, kesin yanacaktı ötede. Yazık… Neyse, Cuma günleri muska dersimiz vardı. En sevdiğim dersti muska yazmak. Cinlerle, şeytanlarla savaşmak… Cuma günlerini iple çekerdim. (Çıkar)
( Çocuklar sallanıp, okumaya başlarlar. İboç ve bir kız çocuğu girer )
İboç – Ocağına düştüm molla efendi. Bu benim gız bir haftadır konuşmuyor.
Molla Hamza – (Çok ağır hareketlerle bir muska katlayıp, ritüelini yaparken – ) Bak bacım, çok çok belli ki senin gızı bir şeytan geçi ağzına girerekten çarpmış. Ondandır da korkusundan konuşamaz.
İboç – Şeytan geçi mi?
Molla Hamza – Hiç geçi tostu mu gızını?
İboç – Köy yerinde geçinin tosmadığı çocuk mu var Molla Hamza?
Molla Hamza – İşte o tosan geçi değil, şeytani laindur bacım. Çok fena bir şeytandır bu. Yanikine çok inatçı, aynı geçi gibin. Çok uğraştırdı beni. Kıl oldu, kalemimin ucuna yapıştı ki; ben yanlış yazam. Edemeyince, bu sefer arkama bindi. Sızı olsun da… (Bir muska uzatır) Şunu gün doğmadan dereye at. (Bir tane muska daha) Şunu kapının eşiğine göm. (Üçüncü bir muska daha uzatır) Şunu da yedi kat muşambaya sardıktan sonra, çocuğun boynuna sarın. El benden, sebep Allahtan. Bi iznillehi Taala, çocuğun şifa bulur inşallah bacım.
(İboç Molla’nın eteğini öpüp, getirdiği iki tavuğu bir kenara koyup çıkarken, Şoptur Himmet girer. )
Şoptur Himmet – Yetiş ya Molla Hamza, bir ineğim var, onun da sütü kesildi.
(Es)
Molla Hamza – (Tesbihini çekerken, duasını eder. Aniden – ) İneğe saman korken bismilleh dedin mi Şoptur? Yok. Belli… Şeytan da başlamış inekle birlikte saman yemeğe. Sonra inek şeytanı süsmüş. İnek bu, ne bilsin onun şeytan olduğunu? Onu başka bir hayvan sanmışmış. Şeytanlar hayvanlara da gözükür. İneğin onu süsünce, şeytan da onu çarpmış. Sonra da memesine girip südünü kurutmuş, besbelli.
Şoptur Himmet – Ee Molla, n’edeceğez şindi?
Molla Hamza – (Kel Ali’ye bir işaret çeker. Kel Ali birkaç muska katlayıp getirir) Al bakayım şunu Şoptur evladım, ataşta yak da külünü ineğin samanına karıştır, yedir. Şunu da ineğin memelerine sür, ısla. O ıslaklık kurumadan bu muskayı dört yolun çatısına koy amma arkana bakmadan gerisin geri gel… Şunu da yedi kat muşambaya sar, ineğin boynuzuna bağla. Hayde el benden, sebep Allah’tan. Bi iznillehi Taala, ineğin şifa bulur inşallah Şoptur…
(Şoptur, etek öpüp çıkarken, bir torba nohut bırakır duvarın dibine)
Ali Yüce – (Girer. Acı bir gülme vardır yüzünde) Şimdi güldüğüm şu zavallılıktan yıllarca Allah’tan korkar gibi korkmuştum. Ne büyük kayıp.
Molla Hamza – (Korkunç bir sesle) Gülmeeee!… Köpek!… Oku!
Kel Ali – (Mekanik bir sesle) Ya eyyühel mü’minin el kiram! Cenabı Rabbulalemin bir ayeti celilesinde buyuruyor ki, her kim ki şeytan iğvasına kapılıp da bir nebze tebessüm etse, ben onu Muhammed S.A. şefaatından mahrum eyleyem. Eğer ki bir hatun kişi kahkaha ile güle, ve bunu bir er kişi işite, ben o hatun kişiye saçının teli kadar lanet yazam.
Ali Yüce – Çocukluğum… Korkunç ve tutsak.
Molla Hamza – (Ürkütücü bir sesle) Okuuuu!
Kel Ali – (Gittikçe hızlanarak) Ey benim zayıf kullarım! Her kim ki günde en az üç kere ölümü hatırlaya, ben onun ömrünü uzun eyleyem, rızkını bol eyleyem. Ve her kim ki günde kırk kere salavatı şerif getire, ben onu Resulu Ekremin şefaatına mazhar eyleyem. Ve her kim ki günde kırk kere beni anıp benden medet bekleye, ben onun sevap defterine yetmiş bin Uhut dağı kadar sevap yazam.
(Zikir başlar. Pantomim. Gürültü yüksektir. )
İboç – (Girer. Bağırarak seyirciye) İslamlık kolay emme, bizde iş yok. Cenabıallah öyle kolaylık yapar mı? Yapmaz… Biz şeytana kaptırıyoz kendimizi. Aklımız fikrimiz dünya malında, yemede, geymede. Eğer şöyle bir dakika düşünecek olursak… Cehennem bile almaz bizi.
Şoptur Himmet – (Girer) Bizim gözümüz dünya malına doymuyo ki vesselam. Yok şu yok, bu eksik, yok sefilik, yok fukarayık. Durup dururken günaha giriyoz. Pisi pisine hem de. Allah sanki bizim halimizi görmüyo mu? O neye kadir değil ki. O isterse göz kapayıp açıncaya kadar zengin eder adamı. Etmez mi? Eder elbet. Onun her şeye gücü yeter. Her zaman mollalar bunları anlatır, biz dinleriz de n’oluyo ki? Unutuyoz. Ah bi’ unutmasak…
Ali Yüce – Unutmasak keşke.
Kel Ali – Rabbulalemin dünya ve öte dünya işlerinin her birini ayrı bir meleğe yaptırır. Yağmura rahmet meleği bakar.
Bütün Çocuklar – Al-lah!
Kel Ali – Güneşin 999.999 kanadı var.
Bütün Çocuklar – Al-lah!
Kel Ali – Her kanadından bir melek tutar da her sabah doğudan batıya götürürler güneşi. Bir kere güneşi taşıyan meleğe bir daha kıyamete dek sıra gelmez. Güneş sabahleyin doğmak istememiş bir keresinde.
Bütün Çocuklar – Al-lah!
Kel Ali – “Doğmam bu günahkar kulların üstüne” demiş. Melekler, Cenabıallah’ın emriyle kırbaçlamışlar güneşi.
Bütün Çocuklar – Al-lah! Al-lah!
Kel Ali – Kan içinde kalmış güneş dövülmekten. İşte onun için güneş sabahleyin doğarken kan rengindedir.
Bütün Çocuklar – Al-lah! Al-lah! Al-lah!
(Zikir kontrolsüz bir hal alır)
Ali Yüce – (Seyirciye) Şu yasaklar var ya
Bayılıyorum
Darı sapından yapılmış yasaklar
Karanlığı serbest eder
Aydınlığı yasaklar
Şu yasaklar var ya
İt kılından yapılmış yasaklar
Düşmanlığı serbest eder
Kardeşliği yasaklar
Şu trenler var ya
Bozkırdan geçen trenler
Her durakta eski bir yarayım
Ağzınla küfrediyorum şimdi
Kör oluyorum gözlerinle
Her durakta yeni bir kavgayım.
Bir sabah
Kocaman bir sabah
Dünyanın en büyük güneşi
Güp ettiri doğacak
Dünyanın en büyük dünyası
Dönmeye başlayacak.
KARARMA