BİR HATIRA KOKUSU İSTANBUL
Hayli zamanı devirdiğimi farkına vardığım bu şehirde üst üste yaşamların bi dolu karmaşık sokakların varlığıydı. Bir vakitler Şişli’den Taksim’e yürüdüğüm caddedeyim. Bu geniş caddenin kaldırımında seksek oynadığım yıllar birçok mağazanın bulunduğu parlak ışıkların hayat hikâyeme eşlik ettiği günlerdi. Zaman ipini ördükçe insanın başladığı noktaya geri dönmeyi istemesi gidenleri yakın etme arzusuydu. Yaşadığım toprakta her yeni günü pencerede karşıladığım ışıltılı günler, toprak saksıda bekleyen küpe çiçeği yağmurla ıslanarak yaşamı durmadan eskitiyordu. Bütün bu şeyler kaybolan ülkeydi. Bu ülke, artık kar taneleri arasında kalan kış bahçesiydi. Her şey bir tüy yumuşaklığıyla zamandan kurtulup geçip gitmiş bu ülkeye varıyordu.
Şişli 19 Mayıs İlkokulu.
Okula başladığım gün, tanımadığım bu yerde büsbütün kaybolduğum hissine kapıldığımı hatırladığım kaygılı bir gündü. Endişeli duygularla yokuşu tırmanırken dağlara çıktığım ilk öğrenmelerimle yaşamdan bir hayli yaş almış yol arkadaşım anneannemle masmavi gökyüzünü yüreğimde ve yürüdüğüm her adımda hissediyordum. Sık sık çıktığımız tepenin üzerinden bakıp aşağıda gördüğüm göz kamaştırıcı yığınlar. Saman yığınları, her defasında uzak sarı üzerlerine güneş tozları dökülmüş gibi parlıyordu. Hemen her gün tepesine çıktığımız dağlar; büsbütün her şeyi mavi ve sonsuz gösteriyordu. Oysa gökyüzü küçülmüş mavisi gri apartmanlarla karışmıştı. Okul yolu gölgeli merdivenli yokuşlardan çıkıyordu. Yedi tepeli İstanbul’un artık ne tepeleri ne de sokakları bir zamanlar ilk okumayı öğrendiğim okul şiirinde “okul yolu çiçek dolu/ koş okula kitap oku” da olduğu gibi çiçek dolu yollardan aşıp gidiyordu. Ne zaman geriye dönsem okula yeni başladığım yokuşu tırmandığım o günlerden bir avuç kaygı ve küçük bir endişe kuşu gelip otururdu yüreğime.
Yaşadığımız her şey eskiyordu. Görünen taş sokaklar yükselen mimarisiyle işlemeli eski yüksekçe evler Cumhuriyet yıllarının ilk apartmanları. Osmanbey, Nişantaşı, Maçka.
Hepsinin yüzü okunacak bir kitabın sayfaları gibiydi. İstanbul bir kere içinde yaşayanla onun taşına toprağına değene iz bırakan bir şehirdi. Ömründe bir defa bile yolu bu şehre düşmüş olanlar onun binlerce yıl yaşamış, yorgun ama yine de dirençli halini görmezden gelemezlerdi. Her ne kadar yıllarla yapboz gibi bir hal almışsa da şaşırtıcı bir inatla ayakta kalmaya devam edeceğini fısıldıyordu. Osman Bey’in sokaklarına sıra evler gibi dizilen apartmanlar o vakitler çocuk aklıma olduğundan daha büyük ve yüzleri karartılı geliyordu. Bu duygular içinde okula kayıt edilmek için geldiğim yerde kalan hikâyeme devam edecektim. Bütün bu düşünceler arasında annemle birlikte yokuşu çıktık. Yokuş bitince sağa döndük. Babam uzaklara Almanya’ya oradan da bir süre sonra Avusturya Viyana’ya çalışmaya gitmişti.
Okula kayıt olmaya gidiyordum. Kafam iyice karışmıştı. Özgürce dolaştığım dağlar, dereler ve insana huzur veren mavi burada birdenbire yok olmuştu. Bütün bunları anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyordum. Büyük bir binanın önüne geldik. Annem eliyle işaret ederek;
“Bak burası Şişli Etfal Hastanesi.”
Bana söylenildiğine göre doğduğum yer burasıydı. Çocuk aklıma o vakitler oldukça büyük ve ürkütücü gelen hastane binası. Hastaneyi arkamızda bırakarak yürüdük. Biraz ileride sağda yeni hayatıma yön verecek olan okul duruyordu. İlk defa gri mozaik taşlı, merdivenli ışığı aydınlığı hapseden genişçe bir bina görüyordum. Çocuk gözlerime oldukça büyük gözüken binada sessizlik hâkimdi. Bir de tabii ciddiyet, galiba en çok da ciddiyet, onu kabullenmek ve ona uymak sonraki yıllarda hiç de zor olmamıştı. Her zaman ciddi, ağır başlı bir çocuktum. O gün okula yazıldım. Çektirdiğim vesikalık fotoğraf karesine bir anı düştüğümün farkına varmadan şaşkınlıktan iri iri açılmış gözlerimle ve endişeli bir masumiyet duygusuyla bakıyordum. Hangi çocuk okulun ilk gününü unutabilirdi ki? Babama okumayı yeni öğrendiğim günlerde yurt dışına renkli ne çok kartlar göndermiştim. O günler çok gerilerde kaldı.
Leylak renkli hatıra solgunu zamanlardan anımsadığım kısa kesilmiş saçlarıma takılmış kolalı beyaz fiyonk kurdeleli masumiyetti. Ve bu masumiyet sessizliğin durgun ırmağında öylesine akıp gidecekti.
Cansaran Kızıltaş
Fotoğraf:
ŞİŞLİ 19 MAYIS İLKOKULU ÖĞRETMENLERİ YIL. 1966-1970’ler.
Önde soldan dördüncü öğretmenim Hatice Şentürk.
Yanındaki okul müdürümüz./BİR HATİRA KOKUSU İSTANBUL / ADLI YAZI