Çevresindeki Kuşatmayı Çiçekli Şiirlerle Aşan Kadın: Didem Madak
Hatice Eğilmez Kaya
Pippi Uzun Çorap; turuncu saçlı, sürekli düşler kuran bir çocuk roman kahramanı. Seksen kuşağının belleklerinden silinmeyen tuhaf görünüşlü bir kız. “Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım” (s.48) şiirinde ilk söz ona ait: “Zenciler prensesi olacağım, hayat işte asıl o zaman başlayacak.” Hayat kimileri için hiç başlamaz, onların mutlu olma eşikleri ötekilere oranla olağanüstü derecede yüksektir. Ve çocukluk bütün yitik hazinelerin gizemli kalesi! Didem Madak da mutluluğu çocukluğunda yitirenlerden. Uzun Çorap Pippi değil aslında hayatın eşiğinde durup onun başlamasını bir parça heves bir parça umutsuzlukla bekleyen, şairin ta kendisi.
Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım, Madak’ın ilk kitabı Grapon Kağıtları’ndaki şiirlerden. Kitabın kaleme alındığı yıllar 19 yaşında yaptığı yanlış evlilikten dört yıl sonra boşandığı, iki kere üniversiteyi terk ettiği, İzmir Bornova’da bir apartmanın bodrum katında yaşadığı, kız kardeşi Işıl hariç hiç kimseyle görüşmediği, başörtüsü ve pardösü ile kadın kimliğinden kaçmaya çalıştığı yıllara denk geliyor. O yıllarda mistik arayışlar içine de girmiştir. Grapon Kâğıtları 2000’de “İnkılap Kitabevi Şiir Ödülünü” kazanır. Didem Madak ödül töreninde başörtüsünden sıyrılır. Birkaç ömre bile fazla gelecek kadar değişimin, acının yaşandığı bir dönemde yazılan bu kitapta ve doğal olarak “Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım” şiirinde onlarca çoğu karamsar duygu etkin. Üstüne üstlük kendini güvende hissetme duygusunun yoksunluğu, annesiz geçen çocukluğun yarattığı sürekli hüzün hali, dış dünyaya karşı gelişen kuşkulu duruş da cabası.
Didem Madak alıngan ve gereksiz hassasiyet sahibi değilse de ince bir kadın. İnce olduğu için sık sık kırılması olağan bir durum. Fakat aynı zamanda kırıldıkça güçlenmiş, başka bir yerden başka bir başlangıca imza atmış. Babasına karşı geliştirdiği -biz okurların da hak verdiği- uzak durma alışkanlığı ondaki feminist çizginin ilk adımı. Bütün fotoğraflardan çıkardığı babası için başka bir şiirinde “Geçmişini mi yok ettin kızım diye soran / Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum / Babama söyle, O gelmesin maviş anne” der. (s 21) Babası ve üvey annesi yüzünden acılarla geçen ergenlik yıllarından sonra mutsuz olduğu evden kaçmak için gerçekleştirdiği evlilik ve ayrıntılarını bilmediğimiz bir başka kalp kırgınlığı…
Peki “bayım” diye kime seslenmekte? 1990’lı yılların ortalarında ya da sonlarına doğru tanıştığı, zaman zaman eski düş kırıklıklarını anımsatan öfkeli ve siyasal duruş sahibi bir adam. “Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım” diyor ona. Eleştiriyor ya da salık vermiyor değil “kızıyorsunuz” fiilini kullanıyor. Kızma öfke belirtisidir. Madak bir kadın olarak karşısındaki adamın öfkelenmesine içerliyor. Belki de bu yüzden kendisi için “siz”dir o adam, hem yakın hem de uzak. Bayım seslenişi yaklaşmak isteyip de buna cesaret edememek anlamını da çağrıştırıyor.
Karşısındaki adam, çiçekli şiirler yazmasına kızıyor, belki de kırıcı tepkiler veriyor. Bu tepkilerin nedeni politik ve bireysel şiirlere karşı duruş sergilemesi olsa gerek. Toplumcu gerçekçi şiirler bekliyor olmalı Madak’tan. Şairin açıklaması şöyle: “Bilmiyorsunuz darmadağın gövdemi / Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.” Kişisel acılar çoğu kez sanatta da bireysel duruşa neden olur. Bu binlerce yıllık bir gerçek, deneyimlerle pekiştirilmiş. Ayrıca Didem Madak seksen kuşağı içine dahil edilebilecek bir şairdir. Seksen kuşağı önemli oranda apolitiktir.
Sevdiği kadından kendi politik duruşuna tabii olmasını bekleyen erkek örneğine her türlü görüşte rastlama olanağımız var. Dindar bir adamın eşini, sevgilisini ya da nişanlısını kapanmaya, namaz kılmaya, muhafazakâr davranmaya duygusal olarak zorlamasıyla sosyalist bir adamın karşısındaki kadını ideolojik açıdan etkilemeye çalışması birbirlerine benzerler. Ülkemizde -dünyada da böyledir kuşkusuz- sayısız kadın sevdiği erkeğin dünya görüşüne ister istemez yaklaşma zorunluluğu hissetmiştir. Madak’taki “çiçekli şiirler yazma isteği” işte bu duruşa bir başkaldırı niteliğinde.
“Karanlıkta oturuyorum, ışıkları yakmıyorum” diyen bir kadın acılarla, düş kırıklıkları ve kalp kırgınlıklarıyla dolu dış dünyadan yapayalnız yaşadığı evine ve kendi içine dönmüştür. Belli ki genellikle uyku halindedir. Çalar saat zembereği boşalana dek çalsa da uyanıp sosyal hayata karışamamaktadır. Geçmişine ait kötümser anıları karanlıkla birlikte üzerine hücum eder. Acı veren bir sevişme belleğine takılır, bu anımsayış “bir bıçağın gereksiz yere parlaması”na eştir. Gerçekte sevişmelerin acı değil, mutluluk vermesi gerekir oysa. Sözünü ettiği olay bedenine de kalbine de zarar vermiş olabilir. Bir kadın olarak özel bir anısını dizelerine taşıması atılımcı bir davranış. Böylece içinde yaşadığı toplumun genel geçer algılarına ve tabularına karşı bir duruş sergilemiş oluyor.
Kendisini “Yıllardır kendini bulutlarda saklayan / İllegal bir yağmurum.” diye tanıtır. Diğer kadınlardan farklıdır, içinde yaşadığı toplumun toplumsal normlarına göre yasadışı düşünen bir kadındır. Yağmayı ironik bir biçimde tehlikeli bulur, çünkü böylesi bir yağmur çevresindekilerce köleleştirilmiş birçok kadın için uyanış ya da aydınlanma anlamına gelecektir. Didem Madak şiirleriyle gerçekten de yağmıştır. Sadece üç şiir kitabı olmasına ve genç yaşta ölmesine rağmen Türkiye’de kadının özgürleşmesine yönelik parıltılı örnekler göstermiştir.
“Ben bir bodrum kat kızıyım bayım / Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum” Rutubet kokan bir bodrum katında geçen, ekonomik ve ruhsal açıdan sayısız sıkıntı ile yoğrulmuş yıllar düşünün. Kim bilir kaç kez yanmış, küle dönmüş, külünden yine ve hep yine doğmuş bir kadın eski zamanların mağaraya çekilen peygamberleri gibi yalnızlığıyla baş başa kalıyor. Grafon Kâğıtları ona yalnızlıktan başka imparator tanımayan bodrum katının hediyesi. Birlikte olduğu ya da olmayı düşlediği kadından çok şeyler bekleyen, büyük sözler eden adama içinde bulunduğu durumu özetliyor.
“Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum / Fakat korkuyorum. Birazdan da /Kırk üç numara ayakkabılarınızla /Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız / Bu iyi olmaz bayım!” Bu dizeler oldukça önemli bir durum saptamasında bulunuyorlar. Plastik vazolar gibi hiç kırılmamak, kırılmaya neden olacak birçok etkenle karşı karşıya kaldığı halde artık kırılamamanın verdiği üzüntüyü yansıtıyor. Bir yandan da hem çok yakın bulduğu -ki yaralarını gösteriyor ona, insan yaralarını herkese göstermez- hem de yaklaşmaya çekindiği adama kocaman ayaklarını anımsatıyor. Eğer dikkatli davranmazsa kalp bahçesindeki çocukları incitebileceği konusunda onu uyarıyor. Madak’ın dizelerinde erkek kaba sabalığına karşı direniş hissediliyor. Onları tekin bulmama duygusu ön planda. Ülkemizdeki kadına yönelik şiddette de saldırganlar genellikle mağdur kadınların en yakınlarındakiler. Sözde çok sevenleri…
“Gün akşam oldu” diyorum. Akşamın olması hassas ruhları etkiler en çok. “Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara, Cam kırıkları yiyorlar.” İçindeki kuşları beslemeye çalışan Madak onların önlerine ekmek kırıkları atarken yaralanmalarını görüp üzülüyor. Bazen beslemek isterken yaralayıcı olabiliyoruz ne yazık ki… Şairin iç dünyası karmakarışık, bu rüyalarına da yansıyor: “ Rüyamda bir kase dolusu suyun içinde /Rengarenk yap-boz parçacıkları …” Rüyasını anlatmak istiyor fakat karşısındaki onu dinlemiyor. Kadınlar rüyalarını anlatırlar özellikle de sevdikleri adama. Madak’ın sevdiği adam belki de bunu hak etmiyor. Kendisine rüyalarını anlatan bir kadını dinlememek büyük kabalık, hatta kayıp. Rüyalarını dinlese onu daha iyi anlar oysa. Belki de bunun için sabahı bekle, diyor. “Hayır, sanırım sabahı bekleyemem. /Bilmiyorum. / İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı.”
Bir kız çocuğu kadar masum ve umutlu yaralarını göstermeye devam ediyor. “On dört yaşındaydı ruhum bayım / Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.” Babası özel yaşama alanlarına üvey anneyi getirdiğinde Madak on dört yaşındaydı. Annesinin yerini alan kadın iyi birisi olsaydı belki de evleri ona ve kardeşine dar gelmeyecekti. Ergenlikte yaşanan böylesi yaralanmalar uzuv kaybına benzer bir etki yaratmaktadır. Madak o dönemden itibaren hareket etme yeteneğini yitirmiş gibidir. Çevresindekiler çocuk ruhundaki kalıcı arazı gidermek için türlü çareler arasalar da bunların tümü protezle bulunan çözümler kadar acizdir. “Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz / Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri. /Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar.” Erkeklerin kadın bedenine ve kadın ruhuna bakışı çoğu kez cinsel kimliğinden öteye gitmiyor, gidemiyor. Bedensel olarak takma bacağa gereksinimi olmasa bile ruhu örselenen genç bir kız erkeklerin takındıkları tavırlardan da yaralanır. “O ara içimde çiçeklerden oluşmuş / bir silahsız kuvvet ablukaya alındı / Sinemalarda da “orgazm gıcırtıları” oynuyordu. / Kaçmaya çalıştım. Olmadı. / Bu nedenle çiçekli şiirler yazmayı /ruhum açısından faydalı buluyorum.” Çiçekli şiirler yazmak; onlarca yönden abluka altına alınmış, duygusal güçleri git gide hırpalanmış bir genç kızın yetişkin haline iyi gelecektir kuşkusuz. Karşılaşılan anne kaybı ve eve gelen yabancı kadın, onunla birlikte yabancılaşan bir baba, kendisini korumakla sorumlu hissettiği bir kız kardeş ve bunlar yetmiyormuş gibi aniden üzerine çöken cinsel baskılar… Kadın kimliğinden kaçınma zorunluluğu yansıyor alıntıladığımız dizelere.
“İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu? /Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım. /Bir “eşya toplayıcısıyım” bayım” Unutmak çoğu kez merhemdir fakat herkes unutmayı başaramaz, belki de tercih etmez. Madak çıkrık metaforuyla çocukluk ve ergenlikte alınan yaraların kalıcılığını imliyor. Sanatçı yanı, şiire eğilimli ruhu onu bir eşya toplayıcısı haline getirmiştir. Büyük kayıplar yaşayan çoğu kişi, elinde kalan sevdiklerini yitirme korkusuyla eşya saklamaya, toplayıcılığa başlayabilir. Herhangi bir eşyayı atmak onlar için sevilen kişilerden sonsuza dek ayrılmak kadar zordur.
“Büyük gemiler de yok artık / Büyük yelkenler de / Büyük kâğıtlar yakmak istiyor şimdi canım!” Gemiler ve yelkenler güvenilir yolculuğun, keyfi yerinde bir ruhun simgeleri. Hayat fırtınalarla dolu bir denize benzetilecek olursa bu denizdeki yolculuk sağlam ve büyük gemileri, maharetli yelkenleri gerektirir. Annesinin ölümü, hatta ondan önce acımasız ve saldırgan bir siyasi darbenin yarattığı ürküntü Madak’ın her türlü fırtınaya dayanıklı gemilerini ortadan kaldırmış, yerine kâğıttan gemiler bırakmıştır. Kâğıttan gemilerde yolculuk türlü kuruntudan başka bir şey değildir. Öyle sıkkındır ki canı, büyük kâğıtları yakıp olduğu yerde kalmayı, hiçbir yere kımıldamamayı ister.
Bayım diye seslendiği adamla aralarında sık sık aşkın adı geçiyor olmalı. Oysa aşk çoğunlukla yalnızca şairlerin inandıkları bir ütopyadan başka bir şey değildir. Gerçek hayatta yaşanan duygular bu ütopyanın cılız yansımalarıdır. Sıradan insanlar bu kırıntılarla mutlu olabilseler de şairler bunu başaramazlar. Madak kendisini sık sık ortadan kaybolan bir karabatağa benzetiyor. Yeniden ortaya çıktığında dünya adlı balığı tutsa, onun anlamlandırılmasına ilişkin elinde birçok ipucu olsa da sahip olduğ av ölümün farkındalığından başka bir şey değildir. Ve bu elde ediş ona kalırsa, büyük bir kazanım kabul edilemez. Ölümün farkındalığına varanlar için dünya, çocukluklarında oynadıkları bilyeler kadar renkli fakat küçücük bir oyuncaktan ibarettir: “İşte az önce karabatak daldı suya / Bir süredir de kayıp / Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya / Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.”
Birçok kadın tatlıdır. Birlikte olduğu kişiye güzel anılar yaşatır. Düzenli bir ev, süslü püslü elbiseler, sürekli gülen bir yüz, işve, eda, naz ve daha neler. Erkekler için onlar ideal sevgili, maharetli eştirler… Fakat Didem Madak öylesi kadınlardan değil. Kendisini sıkıcı ve acımsı tatta bulur, “Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum” der. Sonra da “Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen / Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?” diye sorar. Pahalı takılarla, ışıltılı ve çekici giysilerle dolaşan kadınlar için yoksul bir aşkın hiçbir albenisi yoktur. Onlara eğilimli erkekler için de.
“Bir gül bir güle derdi ki görse… / Yalan söylüyorum / Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.” Gülümseyen bir kadın değil Madak. Karşısındakini ısrarla uyarıyor. O suskun ve kederli bir güldür; bedene, güzelliğe ve kadınlığa düşkün bir erkek için hiç de çekici değildir. Karamsar gibi duran son dizeler, aslında birer sorguya çekiş. Hem de aşkın anlamını, acılardan geçmiş bir kadınla karşı karşıya olmanın zorluklarını anımsatan sorguya çekiş. Güzelce bir kadınla hoş zamanlar yaşamak isteyen erkeğe gelecekte yaşayabileceği düş kırıklıklarını haber verme!
Pekâlâ çok daha derin incelenebilecek, kadınca bir duyarlılıkla kaleme alınmış, erkek egemenliğine incecik başkaldıran şiirin bütünü aşağıda:
ÇİÇEKLİ ŞİİRLER YAZMAK İSTİYORUM BAYIM!
“Zenciler prensesi olacağım,
Hayat işte asıl o zaman başlayacaK’
Pippi Uzunçorap
Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum, ışıkları yakmıyorum
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan
İllegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya mal olacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!
“gün akşam oldu” diyorum.
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara,
Cam kırıkları yiyorlar.
Rüyamda bir kase dolusu suyun içinde
Rengarenk yap-boz parçacıkları
Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
Hayır, sanırım sabahı bekleyemem.
Bilmiyorum.
İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı.
On dört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri.
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuwet ablukaya alındı
Sinemalarda da “orgazm gıcırtıları” oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle çiçekli şiirler yazmayı
ruhum açısından faydalı buluyorum.
Neyse işte
Ben her filmi hatırlarım
Sinemaların hiç bitmeyen gecesine
sığındığım çok oldu.
“Sofi’nin Tercihini” seyrederken çok ağlamıştım
Öpüşen guramilerle ilgili bir film yapsalar
onu da mutlaka hatırlardım.
İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım.
Bir “eşya toplayıcısıyım” bayım
Büyük gemiler de yok artık
Büyük yelkenler de
Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım
İşte az önce karabatak daldı suya
Bir süredir de kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül bir güle derdi ki görse…
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.
Kaynak: Didem Madak, Grapon Kâğıtları, 2. Basım, Metis Yayınları, 2012, İstanbul