Postmodern Bir Bilinç Akışının Romanı: Tutunamayanlar
“Herkesin istediği gibi yaşadığı uzak bir ülkenin özlemini duyuyorum.”
Tutunamayanlar, bilinç ve bilinçaltı arasında gezinen bir roman. Hem yazarı hem de başkahramanı mühendis olsa da hesapsız kitapsız yazılmış gibi duruyor. Olay örgüsünün izini süren okurların bu eseri okuduktan sonra elleri neredeyse boş kalacaktır. Fakat Tutunamayanların satır aralarında gerçekleştirecekleri yolculuk; izlenim, çağrışım, imge, metafor ya da gizem arayanlar için oldukça verimli bir düşsel yolculuk olacaktır. Nereden yola çıktıklarını, nereye varacaklarını kestiremeseler de…
Eserin odak noktasında entelektüel ve varoluşsal bunalımlara sahip genç bir mühendis bulunmakta. Oğuz Atay’ın mesleği de mühendislik olduğuna göre Tutunamayanların otobiyografik roman sınıfında değerlendirilmesi hiç de yanlış olmayacaktır. Eserde zaman ve mekâna ait birçok unsur, Oğuz Atay’ın hayatına dair ayrıntılarla benzerlik taşıyor. Romandaki olayların önemli bir kısmı ile yazarın gençlik yıllarındaki yaşantısı arasında dikkat çekici bir paralellikten söz edilebilir.
Eserde küçük burjuva sınıfına mensup fakat Marksist görüşleri olan Turgut’un yaşadıkları, birçok noktadan Oğuz Atay’ın hayatıyla ve anılarıyla önemli benzerlikler taşımakta. Modernleşme sürecimizde yüzlerce yıl boyunca sayısız aydın aynı ruhsal karmaşayı ve çatışmayı yaşamıştır kuşkusuz. Anlamadıkları, bir o kadar da anlaşılmadıkları toplumlarına yabancı ve içlerinde yapayalnızdırlar:
“Kelimeden önce de yalnızlık vardı ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık… Kelimenin bittiği yerde başladı; kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık, kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe, yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.”
Genç Mühendis Turgut Özben yakın arkadaşı Selim Işık’ın kendini bir tabancayla vurduğunu gazetelerden öğrenir. Olayın etkisinde kalır, intiharın nedenlerini merak eder. Belki de benliği, dile getirilmemiş suçluluk ve kendi hayatına son veren arkadaşı ile özdeşleşme duygularının işgali altındadır. Hummalı bir araştırma çabasına girişir. Selim’in en yakın arkadaşları ile görüşür. Onlardan Selim’in Zeliha isimli bir kıza ilgisinin olduğunu fakat kızın iki arkadaşı birden oyaladıktan sonra başkasıyla evlendiğini öğrenir. Selim tarafından yazılmış altı yüz dizelik bir şiire ulaşır. Şiirden yola çıkarak onun sıra dışı ve canlı sanılırken cansız dolaşan bir gölge gibi yaşadığını hisseder.
Bakınız Selim romanda nasıl tarif edilir: “Kambur duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve umutsuzluğa sürüklüyordu. İnsan ona bakınca, gerçi bir süre kendinden memnun oluyordu; fakat sonunda canı sıkılıyordu.”
Turgut Özben yine araştırmaları sırasında Selim’le ilişkisi olan Günseli adlı bir kızla tanışır. Günseli ve Selim’in inişli çıkışlı bir ilişkileri vardır. Günseli’nin anlattığına göre Selim, asık suratlı ve bunalımlı bir karakterdir. Günseli onunla evlenmek istese de Selim bu evliliğe yanaşmamıştır. Hiçbir sosyal ya da duygusal bağı bulunmayan, aile düzeninden hoşlanmayan Selim, aynı zamanda kuşkucu bir karakterdir. İnsanlara güvenmemektedir, her şeyden önemlisi içkiye düşkündür. Yaşamaktan korkmaktadır, Günseli’ye bir mektup gönderip ardından intihar etmiştir. Yoğun fakat kısa bir öyküdür Turgut’un öğrendiği kadarıyla Selim’in hayatı ve intiharı.
Selim ölümünden kısa bir süre önce her türden tutunamayanları betimlediği bir ansiklopedi çalışmasına başlar. Ansiklopedinin ana temasını hızlı, bir o kadar da acımasız biz düzene sahnelik yapan hayata tutunamayanlar oluşturmaktadır. Turgut, Selim’in intiharını araştırırken yavaş yavaş, yabancısı olduğu kendi benliğini tanır. Fark eder ki o da arkadaşı gibi bir tutunamayandır. Oysa o zamana kadar toplumun ve ailesinin sadık bir ferdi, geleneklere ve alışkanlıklarına bağlı bir karakterdir. Zaman geçtikçe gerçeklikle bağlarını koparır, evini terk eder, bir trene biner ve onu tanıyan herkesin hayatından ayrılır.
İşte kopmak böylesine kolay ve olasıdır bir tutunamayan için: “Ben, sadece namuslu olmakla öğünen kişiyi adamdan saymıyorum, toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namussuzdur benim için.”
Eserde Selim Işık, birçok tutunamayanın ortak özelliklerini yansıtır. Sonu intiharla biten çetrefilli hayatında birçok bahtsız insanı temsil eder. Her an hayatı ve insanları sorgular. Onun öyküsünde tuhaf bir döngüsü olan dünyaya tutunmak isteyenlerin çoğunluğuna inat, böylesi bir kaygısı olmayanların -yazar tarafından saygı duyulduğu oldukça bariz- tercihleri anlatılmaktadır. Hatta herkesi onların alacakaranlık dünyasına çağırır gibidir. Romanın en önemli iki kahramanı var. Bunlardan biri yani Selim kendi isteği doğrultusunda bir tutunamayandır, Turgut Özben ise bütün çabasına rağmen tutunamamaktadır. Belki de bu yüzden intihar eden daha akıllıdır, bu intiharı araştırana oranla. Biri bedenen ölmeyi tercih eder, öteki ise yanına Olric adını verdiği iç sesini de alarak bir trene binip kaçmayı.
Turgut Özben eserin sonunda bir mektup yazar. Bu mektupta Turgut ve Olric’den bir daha haber alınamadığı; biri somut öteki soyut, iki iç içe geçmiş adamın en son bir tren garında görüldükleri yazmaktadır: “Turgut Özben, işsiz güçsüz takımından, bazı anormal belirtiler gösteriyor. Kendi kendine konuşuyor. İsa’nın tavsiyesine uyarak, cennete gidebilmek için elindeki varlığı bıraktı. Bir gün peygamberliğini bile ileri sürebilir. Kendini bir trene bindirdi; istasyon istasyon dolaşıp duruyor.”
Peki ya Olriç kimdir? Turgut Özben’in içsesi, hayali arkadaşıdır. Gerçek dünyadaki arkadaşının intiharını gazete haberinden öğrenen genç adam roman boyunca, sahip çıkamadığı arkadaşıyla söyleşircesine onunla söyleşir. Kim bilir belki de Olric bizzat kendisidir ve onunla konuşurken kendi özbeniyle konuşmaktadır. Bazen azarladığı, bazen uysal bir çocuk gibi tabi olduğu, bazen kavga ettiği, bazen düşüncelerinin destekçisi olan Olric çok yakın bir dostudur aynı zamanda. Öyle senli benli konuşur, öyle emirler verir ki ona varlığına ve eylemlerine inanasınız gelir.
Olric tıpkı tüm serüvenlerinde Don Kişot’a yoldaşlık eden Sancho Panza gibidir. Sanki o uşaktır da Turgut onun efendisidir. Tuhaf bir intiharın izini süren Turgut zaman geçtikçe hayali bir arkadaş edinip kendi kendine konuşmaya başlamıştır. Bilinçaltının hapsedildiği yerden meydana çıkması bu soyut arkadaşı yalnızca Turgut tarafından olsa da görünür kılmıştır. Romanın ana iskeletini bu tuhaf ikilinin diyalogları oluşturmaktadır. Onların diyaloglarına şöyle bir örnek verebiliriz:
“Oysa, bazı insanlar vardır; en çamurlu yerlerden bile kolalı gömleklerini ve açık renk pantolonlarını kirletmeden çıkarlar. Böyle adamlar hayatta başarıya ulaşırlar Olric. Selim nereye tutunacağını bilemezdi. Bir eliyle çeşmenin duvarına dayanmaya çalışırken, öbür elini suya uzatır: dengesini bulamaz bir türlü. Ayakları çamura batar, dudakları suya yetişmez. Islanırız, gene kururuz: ne yapalım?”
Eserin ismi olan Tutunamayanlar, Selim’in ölmeden kısa bir süre önce başladığı ansiklopedi çalışmasının adıdır. Yaptığı çalışmalar kendisinin de bir tutunamayan olduğunu işaret etmektedir. Ve nedense, onun ölümünü irdeleyen Turgut da aynı duyguya kapılır. Hem Selim hem de Turgut insanlarca kirletilmiş dış dünyanın keşmekeşliğinden kurtulmak istemektedir. Her ikisi de bir yandan küçük burjuva sınıfına dâhildirler, öte yandan en alttakilerle en üsttekiler arasında sıkışıp kalmış bu sınıfı eleştirirler. Dolayısıyla tarifi zor bir ruhsal çatışmanın ve ikilemin ortasında bocalarlar. Böylesi bir ikilemden kurtulmak dürtüsü ile kendi içsel dünyalarına çekilip oradan ironik bir bakış açısı eşliğinde çevrelerini izlemeyi ve onunla alay etmeyi yeğlerler. Küçük burjuva sınıfı sayısız yönden sınıflar arasındaki mücadelenin özgül ağırlığını üzerinde taşıyan, genellikle türlü türlü bunalımların pençesinde yaşayan insanlardan örülüdür. Orada her şey hem alelade hem de tekinsizdir:
“Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi?”
İntihar dünyadan kendi isteğinle çekip gitmektir. Hem müthiş bir cesaret örneği hem de kesif bir korkaklıktır. İntihar eden insanlar yaşamaktan korkan fakat ölüm karşısında cesur insanlardır. Bir o kadar da tutunamayanlardır. Turgut, başına dayadığı silahla kendisini öldüren yakın arkadaşı Selim’in intiharının, yaşadıklarının ve yaşamadıklarının izini sürerken hayatın ve ölümün sonsuz ihtimallerden ibaret olduğunu fark eder. Hayata tutunmanın çok da gerekli bir şey olmadığı sonucuna varır. Evrendeki muazzam düzen, insanlar tarafından kaotik bir yere dönüştürülen dünyada hükmünü yitirmiştir, böylesi tuhaf bir dünyada sonu belirsiz maddesel illüzyonlara tutunmanın hiçbir anlamı yoktur. Romanın sonunda Turgut arkadaşı gibi intihar etmese de tanıdığı herkesi ve her şeyi ansızın terk eder.
Tutunamayanlar okurların kafalarındaki roman kalıbına neredeyse tamamen aykırı bir eser. Oğuz Atay bir röportajında “Belki de benim yazdığım, bir bakıma karmaşık ve alışılmadık sayfalar için henüz yeni bir kalıp bulunamadı.” der. Tutunamayanlar’da yazar karmaşık gibi gözüken fakat esasen basit bir amaç edinmiştir. Olanca kaosu ve aslında sadeliğiyle insanı anlatır. Küçük dünyalarında yaşayan insanların devasa içsel kavgalarını ele alır. Yazar kahramanlarını yönetmeye bile yeltenmez. İdeallerinin peşinde koşan, kocaman kocaman ülküleri olan karakterler çizmektense kendi benliklerinde savrulan ve düpedüz hayata dair hiçbir şeye bağlanmayan insanları konu alır.
Yazar zorlu dünya hayatında yaşadığı hayal kırıklığını ve çaresizliği iki yakın arkadaşın tutunamama öyküsü ile okura yansıtmaktadır. Postmodern bir tarzda, bilinç akışı tekniği ile yazdığı Tutunamayanlar; iç konuşmaların, derin sorgulamaların ağır bastığı bir kitap. Kalabalıklar içindeki yalnızlığın, insandan umut kesmişliğin destanı… Kahramanları büyük işler yapan, cesur cengâverler değil, aksine korkularından utanç duymayan sıradan insanlar. Okur, bu uzun fakat bir o kadar da yalın destanda kendisine dair de birçok ayrıntı bulacaktır kuşkusuz.
Öyleyse söz var olduğu müddetçe iyi okumalar.