Sabahattin Ali Olayı Hakkında Bildiklerimiz ve Bilmediklerimiz
Kocaman ve masmavi -belki de küçücük ve kapkara- bir dünyada, sonsuzluğa doğru git gide genişleyen bir evrende yaşıyoruz. Kavanozda balık, öksede çayır kuşu gibiyiz aynı zamanda. Böylesine müphem bir âlemde cana neden kıyar ki birileri? Maddede ya da manada katlin nasıl bir mantığı, nasıl bir izanı, ne kadar insaflıca bir açıklaması olabilir?
Türkülerimizin birçoğu kederlidir, birçoğu mahzun. İçlerinden en hazinleri bir kurbanın dilinden katiline seslenenleridir. Bunlardan birinde şöyle içler acısı bir sitem var: “Ah ben ölürsem dünya sana kalır mı?” Haziran 1948… Her yıl gibi o yıl da sıcaklar yavaş yavaş çökmüş olmalı Anadolu’nun bozkırlarına, sahillerine, dağlarına ve ovalarına… Köylerde yaşayanlar, şehirlerde ya da kasabalarda; sıradan hayatlarına devam ediyor olmalılar. Doğanlar vardır o günlerde, ölenler, hastalanıp yatağa düşenler, katilinin elinde can çekişenler… Kırklarelili bir çoban, Bulgaristan sınırına yakın ormanlık bir alanda; Sabahattin Ali’yi boylu boyunca, sessiz ve kımıltısız yatarken buluyor. Ülkemizin yetiştirdiği en içten, en bizden yazarlardan biri olduğunu; edebiyatla ilgisi olan, vicdan sahibi herkesin kabul ettiği Sabahattin Ali, bir ağacın altında sonsuzluk uykusuna yat(ırıl)mış gibidir. Üstelik aylardır üstü açık biçimde öylece uyumaktadır.
Kemal Bayram ‘Sabahattin Ali Olayı’ adlı kitabında bir faili mechulün kendi deyimiyle ‘faili malum bir cinayet’in izini sürüyor. Eser ilk defa 1978’de yayımlanmış. Sabahattin Ali’nin katlinden 30 yıl sonra… Kemal Bayram, değerli yazarın özellikle son zamanlarında iletişim halinde olduğu onlarca insanla ‘nehir söyleşi’ tarzında görüşmeler gerçekleştirmiş. Bu görüşmeler önce teybe, daha sonra da yaklaşık 400 sayfalık bir eserin satır aralarına kaydedilmiş. İki yıl süren titiz ve özverili bir çalışmanın ürünü olan eser okuyanda objektiflik hissi uyandırıyor. Kendisi de 1992 yılında bu dünyadan ayrılan Kemal Bayram, gelip geçici bir dünyanın konukları olsak da sanatçılarımıza sahip çıkmak sorumluluğumuzu -aslında zorunluluğumuzu- anımsatıyor.
1930’lu ve 1940’lı yıllar hem dünya tarihinde hem de Türkiye tarihinde oldukça önemli yıllar. Bu yıllarda birçok siyasal akım savaş halinde. Ülkeler ve kişiler en acımasız doğa manzaralarından daha da acımasız bir vahşilikle -işin ilginç yanı modernleşme iddiasındaydı insanlık- çıkar mücadelesi veriyorlardı. Mecazda da olsa eller, ağızlar kan içindeydi. Tarihin her döneminde rastlanılan bu içler acısı durum İkinci Dünya Savaşı’nda, öncesinde ve sonrasında had safhaya varmıştı. Düşünmek de düşündürmek de o yıllarda tehlikeli eylemlerdi. Böylesine karanlık yıllarda, farklı düşünenlerin, başka pencerelerden insana ve topluma bakanların katledilmesi vatanseverlik, hak severlik sayılıyordu görünürde. Halbuki kapitalizmin sivri ve acımasız dişleri kaşınıyordu, kendisine düşman gördüğü kimseleri yok ederek güçleniyordu bu eskilerden daha da eski canavar. Sabahattin Ali bir yanıyla aydın, diğer yanıyla çocuksu safiyanelikte bir adamdı. Her anlamda ağzı yüzü kan içindeki kurtlar için tadı hoş, avlanması kolayca bir kuzu idi. Onu kendisine düşman bilenler ellerini dahi kirletmeden katlini gerçekleştirebildiler. Bilinen ve bilinmeyen, hatta tahmin dahi edilemeyen o kadar çok kişi görev üstlendi ki bu cinayette; onun katlediliş öyküsünü okuyan herkes sofrasını kurmuş kurtların hırıltısını iştecek ister istemez.
‘Sabahattin Ali Olayı’nda; sadece Sabahattin Ali’nin nasıl ve neden katledildiğini eleveren birtakım ipuçlarına ulaşılmıyor. Aynı zamanda dönemin edebi, siyasal ve kültürel hayatına dair birçok ayrıntıyı da gözlemliyoruz bu eserde. Kemal Bayram Türkiye’nin o dönemlerdeki durumunu, değerli yazarımızı ölüme götüren koşulları, puslu bir ölüm vadisinin panoramasını çiziyor. Zira Sabahattin Ali’nin katili; bir ya da birkaç kişiden daha çok dönemin siyasal koşulları idi.
Eserin son bölümünde yazar, konuştuğu kişilerin söylediği her şeyi akıl süzgecinden geçirerek bir sonuca varıyor. Eser oluşmadan önce konuşmacıların bir kısmı zaman zaman teyibi kapattırıp gizli kalmasını istedikleri açıklamalarda bulunmuşlardı. Biz okuyucular bu konuşmaları işitmedik oysa Kemal Bayram bunları işitmişti. Konuşmacılar konuşurlarken birçok jest ve mimiklerde bulunmuş olmalılar. Bizler bu jest ve mimikleri görmedik oysa Kemal Bayram konuşmalar sırasında tanıkların gözlerinin içine bakıyordu. Gözlerini kaçıranları, konuşurken sesleri titreyenleri gördü o. Bizim işitmediklerimizi işiten, görmediklerimizi gören yazar; sözde katilin değil, gerçek katillerin varlığından söz ediyor. Hayat dolu bir sanat insanını türlü çıkmazın içine hapseden, elini kolunu birçok yönden bağlayan, sonunda da kanını akıtan katillerin varlığından.
Etten kemikten yanımızla insan doğuyoruz her birimiz fakat dünya serencamımızda ‘insan olabilmek’ marifet… İnsan olabilirsek şayet ‘insan kalabilmek’ daha da büyük marifet… Sabahattin Ali insan olmaya, insan kalmaya çalışanlardandı. İşinde gücündeydi. Aydın bir kafaya, temiz bir vicdana sahipti. Okuyordu, yazıyordu, güzel bir ailenin reisiydi. ‘Siyaset ve edebiyat çıkmaz’ında ‘insan kalabilmek’ çok zordu oysa. Sabahattin Ali’nin dolaştığı karmaşık sokaklar ‘siyaset kurtları’nın ‘edebiyat kurtları’yla dans ettiği mekanlardı. Buralarda kuzuların ‘kimvurdu’ya gitmesi doğal bir olaydı. Sabahattin Ali zekasına, algılama kapasitesine, müthiş söz söyleme yeteneğine, edindiği kültürel birikime, okuduğu binlerce kitabı özümseyebilmiş olmasına rağmen kurt ol(a)mayacaklardandı. Çocuksu yanları, kurdun kuzuyla dost olabileceğini sanması; hazırladı belki de onun sonunu.
Sabahattin Ali nasıl bir karaktere sahipti? Bu sorunun cevapları ona dair yazılan eserlerde ve kendi yazdığı eserlerin çoğunda kendisini gösteriyor. Kemal Bayram’ın yazdığı eserde de onun karakter özelliklerini eleveren bilgiler var. Yakın arkadaşları veya çevresinde bulunan insanlar onun neşeli, canayakın, insanlara çarçabuk güvenen kişiliği üzerinde aynı düşüncedeler. Konuşkan, konuştukları hoşa giden bir kişi portresiyle karşı karşıya geliyoruz hakkında söylenenlerden sonra. Son zamanlarında sanatkâr yüreğine takip edildiğine dair endişeler gelip yerleşiyor. Takip edilme, her an hapse düşme olasılığı ile iç içe geçiyor son birkaç yılı. Fakat bu durumun onu korkak bir adam konumuna düşürmediğini ifade ediyor onu tanıyanlar. Doğayı ve insanlarla iç içe yaşamayı seven hassas bir adamın kapalı yerlerde bulunmaktan hoşlanmaması olarak nitelendirilebilir ondaki bu hal. Yurt dışına çıkmayı istediğini her önüne gelene -‘aramızda kalsın’ ricaları ile- anlatması bu halin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Kimler geldi, kimler geçti Sabahattin Ali’nin hayatından… Daha doğru bir ifade ile kimlerin hayatından geldi geçti Sabahattin Ali… Bir yıldız kayar gibi, yanımızdan hızlıca bir otomobil geçer gibi… Havada güzel renkli bir balon gözden kaybolur gibi… Bir varmış bir yokmuş hesabı… Dostları vardı etrafında, dost görünenleri, hasımları… Yüzüne gülüp ölümüne neden olacak kadar büyük entrikalar kuranlar vardı, onu düşman bilenler, kurtlar, çakallar ve sırtlanlar, yarasalar ve akbabalar… Kemal Bayram’ın konuştuğu insanların arasında gizliydi her biri… Hatta yazar, Sabahattin Ali’nin katili olarak bilinen kişi ile de görüşmüş bu içler acısı olayla ilgili olarak. Okuyucu; kendisine kâbuslar gördürecek hazin, bir o kadar da karmaşık olayları okuyor/dinliyor onların dilinden…
Sosyalizm ve Sabahattin Ali… Yıllar yılı yanyana düşünülmüştür. Bu düşüncede elbette ki haklıyız. Sabahattin Ali Almanya’da eğitim gördüğü yıllarda sosyalizm ile tanışıyor. Aslında milliyetçi bir çizgide gelişen dünya görüşü bir anda değişiyor ve yerini ‘toplumcu gerçekçi’ bir bakış açısına terk ediyor. Onun öykülerinde, romanlarında ve şiirlerinde sol söylemler oldukça önemli oranda mevcut. Fakat ondaki sosyalist duruş ideolojinin tamamen kabulü üzerine kurulmaktan çok duygusal bir zemin üzerine oturuyor. Bilirsiniz vicdan sahibi her birey zalimden ve sömürenden yana değil ezilenden ve sömürülenden yana saf tutar. İnsafsız avcıya yardım edenin köpekler kabul edildiği gibi. Sabahattin Ali’nin sol çizgisi evlenip bir kız çocuğu sahibi olmasına, konservatuarda saygın bir mevkisi bulunmasına rağmen hayatındaki en önemli risk olmuştur.
Sabahattin Ali’nin ‘komünistliği’ bahane edilerek konservatuardaki görevinden uzaklaştırılması, Markopaşa isimli mizah dergisinin oluşumunu, Markopaşa’nın sergilediği muhalif duruş ise Sabahattin Ali’nin sonunu hazırlamıştır. Sabahattin Ali’nin mesleği öğretmenliktir, okuyup yazmaktan başka bir zanaat sahibi değildir. Doğal olarak memuriyetten uzaklaşmak onu denizden çıkmış balığa çevirir. Kenarda köşede birikmiş parası da yoktur. Bunun üzerine dergicilik işine soyunur. Markopaşa’nın çıkarılması ile birlikte ülke çapında tanınmış bir şahsiyet olur. Fakat Markopaşa mizah yoluyla yaptığı eleştiriler nedeniyle iktidar nezdinde göze batmaktadır. On binleri bulan tirajı bazı çevreleri huzursuz eder. İşte bu aşamadan sonra takipler, ardı arkası kesilmeyen davalar, çeşitli mahklemelerce verilen hapis kararları birbirini izler. Sabahattin Ali için sonun başlangıcı bu dönemlerdir.
Kitaptaki konuşmalar içerisinde en etkileyicilerinden biri Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali’nin konuşması. Filiz Ali babasının nasıl bir eş ve nasıl bir baba olduğu konusu üzerinde duruyor. Kemal Bayram’ın bir sorusu üzerine babasının zaman zaman eve geç gelmesinin dışında hiçbir dikkat çeken hatası olmadığını söylüyor. Ev işlerinde çoğu kez eşine yardımcı olan Sabahattin Ali ailesine çok düşkün bir insan… İşini kaybetmesi, son zamanlarında ailesinden ayrı kalmak zorunda oluşu, belirsiz bir geleceğe sahip olduğu hissinin gölgesinde yaşanan geçici mutluluklar onun sanatçı kalbinde derin izler bırakıyor. Çıktığı son yolculuktan önce kızına sarılışını ve koklayışını gören bir dostu onun bu görüntüsünü asla unutamayacaktır. Kızını son kez gören Sabahattin Ali kızının kokusunu ciğerlerine -aslında ruhuna- depo etmek ister gibidir.
Ağaç yetiştirenler iyi bilirler ki bir ağacın yetiştirilmesi kolay iş değildir. Dikim vaktini bilmek, cansuyunu yerli yerince vermek, fideyi her türlü tehlikeye karşı korumaya çalışmak, gübresini tam da ihtiyaç duyduğu kadar sağlamak… ve onlarca emek ister bir ağacı meydana çıkarmak. İnsan yetiştirmek de öyledir; hatta çok daha fazla sorumluluk ve ihtimam isteyen bir iştir. Özellikle sanat ve bilim insanları zorlardan da zor yetişiyor. Bir ağacı yok etmek ne kadar basittir, insafsız bir iki balta darbesiyle olup biter her şey. Bir insana kıymak zor mudur peki? Vicdan sahibi olanlar için zor hatta olanaksızdır, vicdandan uzak, insan kılığındaki canavarlar için ise oldukça basittir. Sabahattin Ali Türkiye’nin yetiştirdiği ender sanatçılardan biriydi. Ne alıp veremediği vardı bazı karanlık çevrelerin onunla ki onun tatlı canına kıydılar. Bu kıyım yalnızca bir adamın kıyımı değildi onlarca eserin de kıyımıydı. Bülbül neden öldürülür ki ya da okumaktan ve yazmaktan başka mesleği olmayan bir sanat insanına neden kıyılır? Küçük bir kız çocuğu neden babasız bırakılır? Sabahattin Ali’nin hazin -bir o kadar da karmaşık- katlediliş öyküsünü okuyanların ve işitenlerin benliklerinde bir ses daima soracak bu soruları…
“Siyaset günleri gelip yetmeden” diyor Pir Sultan Abdal… Siyaset günleri gelip yetmeden… Dünyanın en kirli işi siyaset olmalı fakat aynı zamanda en mühim işi… İnsanın ve insanlığın faydasına çalışıyorsa siyaset çarkı ebediyyen var olsun tüm faydası ile. Fakat eğer küçük hesaplar, kişisel çıkarlar ya da belli bir kitlenin kirli menfaatleri uğruna çalışıyorsa; masum insanların kanı ile besleniyorsa yerle bir olsa gerek.
Bir okur yazar olarak ‘Sabahattin Ali Olayı’ndan çıkardığım sonuç şudur ki: İnsan varlığın en kıymetli cevheri hükmündedir. Masum bir insana hangi nedenle olursa olsun kıymak ise insan bilmecesinin en berbat halidir. İçimiz yansa da, zaten karmakarışık olan zihinlerimiz daha da karışsa da mutlaka haberdar olmalıyız her masum insanın katlinden ki yok olsun içimizdeki can almaya aday yanımız.
Önemli bir ek
Kemal Bayram’ın ‘Sabahattin Ali Olayı’ adlı eserinde konuşanların tam listesi:
Rıfat Ilgaz, M. Ali Aybar, H.İzzettin Dinamo, Filiz Ali, Haluk Yetiş, M.Uykusuz, Nâzım Hikmet, Ruhi Su, Mücap Ofluoğlu, Arif Damar, Vedat Günyol, Asiye Elçin, Rauf İnan, Bekir Semerci, Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Veli Demiröz, R.Cemal Emek, Mehdi Zıt, Müzehher Va-Nu, Çoban Yurtçu, Zekeriya Sertel, Niyazi Ağırnaslı, Mediha Esenel, Muvaffak Şeref, Samet Ağaoğlu, Remzi Atıl, Kemal Sülker, Oğuz Akkan, M.Ali Cimcoz, Ali Ertekin, Rasih Nuri İleri, Kerim Korcan.