Bahtın Yar Oldu mu Nâzım Sana
(Vera Tulyakova Hikmet / Bahtiyar Ol Nâzım)
“Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla
Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar
Arkadaşlarım, uzun ömürler dilerim size…” diyor ölümünden kısa bir süre önce Nâzım Hikmet.
Son günlerini yaşayan, vatanına hasret, köklerinden uzak kalmış bir şairin cenaze merasimini hayal ederek yazdığı dizeler bunlar. “Ben bu avluda bahtiyar yaşadım,” dese de acaba bahtı yar oldu mu ona?
“Bahtiyar Ol Nâzım” anı türünde kaleme alınmış bir eser. Vera Tulyakova Hikmet, Nâzım Hikmet’in Moskova’da yaşarken tanışıp evlendiği ve ömrünün son zamanlarını birlikte geçirdiği kadın, Nâzım’ın 1955 ve 1963 yılları arasındaki hayatını kendi penceresinden tanıklığıyla anlatıyor bu eserde.
Vera ve Nâzım Hikmet, Nâzım’ın sağlığında tatlı tatlı sohbet ediyorlardı baş başa kaldıklarında. Nâzım’ın 1963 Haziranı’nda vefat etmesi bu sohbetleri sona erdirmedi. Vera 19 Mart 2001 gününe, son nefesine kadar onunla sohbet etmeye devam etti. Evine yürüme mesafesindeki Moskova mezarlığına gider, büyük şairin uyuduğu mekânda ona bir şeyler anlatır, ondan bir şeyler dinlerdi. Bahtiyar Ol Nâzım, işte bu sohbetlerin yansıması bir kitap.
Devletlerin kuruluşları da yıkılışları da vicdanları alt üst eden trajedilerin yaşanmasına yol açar çoğu kez. Yıkılan her devletin enkazı altında sayısız insan kalır. Ve devletler kurulurken temellerinin altında nice can yatar. Bu nedenle yeryüzünde kurulmuş olan bütün devletlerin ‘gözleri yaşlı çocukları’ vardır. Çarlı Rusyası’nın yıkılışı ve Sovyetler Birliği’nin kuruluşu sırasında da aynı toplumsal durum yaşanmıştır. Vera’nın dedesi devrim sırasında hayatını kaybetmiştir. Onun ölümü; Vera’nın ailesinde sürekli anlatılan, üzerine çeşitli yorumlar yapılan bir olaydır. Vera’da değilse de ailenin bazı üyelerinde sosyalist rejime duygusal bir tepki mevcuttur. Hayatın ilginç akışı içinde sosyalizme gönül vermiş, bu nedenle çok sevdiği yurdundan ayrı düşmüş yabancı bir adam ve genlerinde sosyalizmin kuruluş sancılarını taşıyan bir Rus genç kadın tanışırlar. Aralarında oldukça önemli yaş farkı olmasına rağmen birbirlerine âşık olurlar. Nâzım Hikmet’le Vera arasındaki gelgitlerle dolu sevgi böylesi bir hüznü de taşımaktadır.
Aşk kâinatın en tatlı fakat aynı zamanda en acı badesi olmalı. Bu badeden içip sarhoş ya da çakırkeyif olmayan yoktur üstelik. Nâzım Hikmet Vera’ya neredeyse ilk görüşte âşık olur. Bahtiyar Ol Nâzım’da aşkın, düşbaz ve çoğu kez ayağı yere basmayan bir şair üzerindeki etkileri gözlemleniyor. Kitabın içerisinde Nâzım’ın Vera’ya yazdığı mektupların fotoğrafları verilmiş. Bu mektupları ilk gören ve yazanının kim olduğunu bilmeyen biri, onları on yedi yaşında bir gencin yazdığı hissine kapılır. Okla yaralanmış kalplerle, harflerin içinde açıveren çiçeklerle süslenmiş mektuplar bunlar. Birlikte yaşadıkları zaman diliminde ise Nâzım Hikmet’in yaptığı incelikleri okuyunca görebilirsiniz. Sevdikleri tarafından ilgi görmedikleri vehmiyle yaşayan kadınların kalpleri bu kitabı okurken çokça acıyacaktır mutlaka.
“Saçın yüzüne değse telini kıskanırım,” diyen şarkıyı çoğumuz biliriz. Kıskanç âşık -gerçekte kıskanç olmayan âşık yoktur, kimi belli ederken bu duyguyu kimi gizlemeyi başarır- sevdiğinin bir başkası tarafından ‘cana yakın’ bulunmasından bile şikayetçidir. Nâzım Hikmet Vera’yı o kadar çok kıskanıyor ki kıskançlığını, hem kendisini hem de karşısındakini tükettiğini bile bile bırakamıyor bir kenara. Vera ve Nâzım Hikmet arasındaki aşkın en hazin yanlarından biri de ‘âşık Nâzım’ın ‘hasta kalb’indeki kıskançlık buhranları.
İstanbul’a duyulan tarifsiz özlem. Nâzım Hikmet’in son günlerine imzasını ince bir kederle atan duygu. İstanbul, sayısız gönlü kendine bağlamış esrarlı şehir. Nâzım gibi -adı da kendi de şair olan- bir kimse nasıl ona sevgi ve bağlılık duymasın. Vera’ya sık sık “ben belki bir daha gidemem fakat sen bensiz de olsa mutlaka gitmelisin İstanbul’a,” diyordu. Bir keresinde Abidin Dino, kendisini Paris’te ziyaret eden Nâzım Hikmet’e İstanbul’dan getirilmiş yemekler ikram eder. O gün koca şairin çocuklaştığı, eski şen İstanbul vakitlerine döndüğü bir gün olur. Yeditepeli şehrin sokaklarında gezinmesini sağladığı için dostuna sayısız şükran sözü sunar. Nâzım Hikmet’in eskise ve hastalansa da yaşlanmayan kalbini mutlu etmek işte bu kadar hoş bir yoldan geçmektedir. Bahtiyar Ol Nâzım’da okuru en çok duygulandıran özelliklerden biri, onun kalbine kendimizi böylesine yakın duyumsamamız olsa gerek. Tertemiz kalplere yakın olmak müthiş bir zenginliktir. Keşke Nâzım da çok sevdiği İstanbul’dan uzak düşmeseydi.
Geçirdiği kalp krizinden sonra ölümün bazen yakıcı bazen soğuk nefesini sürekli ense kökünde hisseden Nâzım, “ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü” diyor bir şiirinde. Ölüm her canın er ya da geç tadacağı bir bade, geçilmesi zor bir geçit, sonsuzluk duygusuna sahip olanlar için gurbetten sılaya açılan sırlı bir kapı, kimi şaire “uyudun uyanamadın olacak,” dedirten kaçınılmaz son. Yorulanlar onda dinlenmeyi umuyor, sevdiğine kavuşamayanlar onla kavuşmayı hayal ediyor, dünya hayatında ağlayanlar onunla gülebileceğini düşünüp teselli buluyor… Korkanlar var ondan, “ölümden ne korkarsın, korkma daima varsın,” diyerek varlığın ölümle sınırlanamayacak kadar derin ve yoğun olduğunu anımsatanlar var, onu bekleyenler, ona özlem duyanlar, bir büyük boşluk olduğundan dem vuranlar. Nâzım Hikmet ölümü arzulayanlardan da değil, ölümden fazlasıyla korkanlardan da… Yaşamanın değerini bilen karakteriyle intihara karşı bir duruş sergiliyor bu yüzden. Yakın dostu Mayakovski’nin intihar edişi onu bu nedenle çok güçlü bir etki ile sarsıyor. Kendi ölümünü ise sakin, vakur ve cesurca bekliyor. Vera Turyakova Hikmet, Bahtiyar Ol Nâzım adıyla Türkçeye çevrilen anılarında büyük şairin son günlerini anlatırken onun bu şahsiyetli duruşunu tablolaştırıyor.
Soyuttur mutluluk, bir o kadar da değerli. Buna rağmen bizde somut izlenimi bırakan maddesel unsurlardan daha fazla varlık sahibi ve gerçektir. Deniz canlıları için su, bizler için hava kadar gereklidir, çoğu kez sahip olduğumuzu fark edemesek de. Nâzım Hikmet, sevgili ressam dostu Abidin Dino’ya “sen mutluluğun resmini çizebilir misin?” diye sorarken mutluluğun soyutluğuna işaret eder, bir yandan da tanıma, sınıflandırmaya, tasvire sığmazlığına. Belki de mutlu değildi hayatının hiçbir döneminde Nâzım Hikmet. Zavallı şairin görüp göreceği ‘güzel günler’i olmadı belki de hiç. Oysa ne kadar şen bir adamdı, ne kadar güler yüzlü bir çehresi, gülen gözleri vardı. Vera Turyakova; Nâzım’ı iyimser, çevresine neşe saçmaya çalışan, bedenen orta yaşın biraz üstünde, ruhsal bakımdan bazen delikanlı, bazen çocuk olan bu sıra dışı adamı yakından tanıtıyor okura. Büyümeden ve yaşlanmadan ölebilmek şansına sahipti Nâzım Hikmet, uzunca bir zaman dünya üzerinde dolansa da. Bahtiyar Ol Nâzım’ı okurken onun yavaş yavaş fakat bile bile vedasına tanıklık etmek hüzne eğilimli her kalbe durgunluk eker.
Vera Turyakova, ölümün iki dünya savaşından sonra rotasını şaşırdığından söz ediyor. Nâzım Hikmet’in ona erken gelen gidişini, Nâzım’dan daha yaşlı adamların yaşarlarken onun ölmesini böyle bir rota şaşmasına bağlıyor. Vera, kuzeyli bakış açısıyla böyle bir değerlendirmede bulunuyor. Oysa kader ve ecel kavramlarını kafalarında ve kalplerinde binlerce yıldır harmanlayabilmiş olan biz doğulular gelmenin de gitmenin de bütüncül oluşumunu farklı gözlerle izler ve yorumlarız. Biz biliyoruz ki Nâzım geldiği için bir gün elbette gidecekti, bunun ne zaman ve nasıl olacağını ancak bilen bilirdi. Tıpkı nefes alan her birimiz gibi.
Bahtiyar Ol Nâzım’da en çok dikkat çeken içerik özelliklerden birisi de Nâzım Hikmet’in çocuklara olan sevgisi. Vera’nın kızı Anna’ya “Anuşka” (Annacığım) diye sesleden Nâzım, gittiği yurt dışı yolculuklarından Anna’ya hediyeler almadan dönmüyordu. Çocuk kalbini kazanmak çok kolaydır ve tertemiz çocuk kalbindeki sevgi duygusu çoğu kez ömür boyu silinmez. Bilirsiniz çocuklar donmamış beton, biçimlenmemiş hamur gibidir. Evrenin en bereketli tarlasıdır çocuklar. Nâzım’ın içindeki çocuk sevgisine rağmen tek evladı Memed’in babasına davranışlarındaki hoyratlık ne üzücüdür.
İnsanlar bazen yaşarken ölürler. Bazı siyasal doktrinler de öyle. Komünizmin Rusya’daki ölümü, resmi çöküşünden çok daha önce, hatta kuruluşundan hemen sonra ve yaşadığı sanılırken olmuştur. Bazıları bu ölümü fark etmeseler -bir ihtimal görmezden gelseler- de Nâzım Hikmet fark etmiş ve bu fark edişin üzüntüsüyle yanmıştır. Maksim Gorki’nin son yıllarında yaşadığı hayal kırıklığını eşinden dinlediğindeki tepkisi, Sovyet toplama kamplarında tutuklu olan muhalif aydınların yaşadıklarını her işitmesinde duyumsadıkları, Doktor Jivago’nun yazarı Pasternak’a devleti tarafından layık görülenler; uğruna ülkesini terk ettiren devrim düşüncesinden uzaklaşması anlamına gelmektedir. Nâzım Hikmet bunları belki de yüksek sesle asla itiraf edemedi fakat kederi hep içinde gizliydi. Bahtiyar Ol Nâzım’ı okuyanlar onun düşlerinin tek tek yıkılışını mutlaka sezimleyeceklerdir.
Bir gün Vera’ya önceki aşklarından itiraflarda bulunuyor Nâzım Hikmet. Nüzhet’i, eşi Piraye’yi ve hapishanede yatarken âşık olduğu kuzeni Münevver’i anlatıyor. Gençlik aşkı olan Nüzhet’in onu ve ideallerini anlayamamasından, ona “Mavi Gözlü Dev” şiirini yazdırmasından, bu gönül kırıklığının ve davasına olan bağlılığının etkisiyle ömür boyu evlenemeyeceğini düşünmesinden, Piraye ile gerçekleştirdiği sürpriz evlilikten, ‘kalbinin kızıl saçlı bacısı’ olarak gördüğü Piraye’yi zamanla bir eş değil de bir dost, bir kız kardeş gibi görmesinden, kafasının en karışık olduğu dönemde Münevver’in takıp takıştırıp gerçekleştirdiği hapishane ziyaretlerinden, şair kalbinin bir anda Münevver’e eğilim göstermesinden, Münevver’in Nâzım’la hayatını birleştirmeye cesaret edemeyişinden söz ediyor. Ve şunu ekliyor sözlerine son olarak: “Ben hayatımdaki kadınlardan sadece Piraye’ye haksızlık ettim.” Nâzım’ın kararsız aşk hayatını eleştirenler acaba şuna dikkat etmezler mi: Nâzım Hikmet dünya çapında ünü olan bir şairdi, çevresinde sürekli onu etkilemeye çalışan kadınlar vardı ve o bu hale ne kadar karşı durabilirdi ki…
Memleket sevdası ve memleket hasreti Bahtiyar Ol Nâzım’da satır satır işlenen oldukça içli bir tema. Moskova’da ona, oradaki varlığının nedeni sorulunca “bizim burda olmamız memleket sevdasından,” demiştir mutlaka. Nâzım Hikmet’in 1950’li yılların sonlarında orta yaşlı ve ülkesini çok seven bir adam olarak neler hissettiğine, çevresindekilere neler söylediğine tanıklık ediyoruz bu eserde. Yorgun ve hasta kalbiyle, içindeki memleket özlemiyle ne kadar bahtiyar olabilirse o kadar bahtiyardı Nâzım oralarda:
“Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim…”
Bahtiyar Ol Nâzım; Vera’nın anılarından, notlarından oluşturulmuş Nâzım Hikmet’in hayatındaki önemli yıllara ışık tutan bir eser. Ünüyle, dizeleriyle, kederiyle ve sevinciyle dünyaya mal olan bir şairin hayatında iniş çıkışların olması ömrümüz oldukça nefes almamız kadar doğal bir haldir. Okurken kâh tebessüm etmemiz kâh gözlerimizin nemlenmesi de hep o haldendir.
Hatice Eğilmez Kaya