ŞAPKA
Çocuktum ilkin koyu mavi saks rengi angora yününden şapkam olduğunda. Annemle her sabah okula giderken sonbahar ve kışın ilk günlerinde taktığımdı. Güzellikleri seven bir çocuk olarak bu şapkayı daha doğrusu “bere”yi başımda soldan sağa doğru hafifçe kaydırarak yan takmayı hiç ihmal etmezdim. Sonraları ortaokulda kırık beyaz rengi çok hoş yine yünden yuvarlak bir berem olmuştu. Onu da aynı şekilde kullanırdım özenle. Saçlarımın kumrallığı üzerinde yüzümü, kaşlarımın düzgünlüğünü ortaya çıkarırdı. Yüzüme, gözlerime bu tür şapkaları yakıştırırdım. Berenin insana asil bir güzellik kattığını düşünürüm. O asaleti düşünceli, durgun, ağır, ciddi bir başın üzerinde taşırdım.
Sanırım sekiz yaşındayım, her sabah bindiğimiz minibüs şoförü annemi ve beni tanıyordu. Bir sabah şoför hep ciddiyetle başının üzerinde yuvarlak bir bere taşıyan bu çocuğu kızdırmak amacıyla arkasına dönüp aniden başımdaki bereyi alarak kendi kafasına taktı. O an o kadar kızdım ki yüzümün kıpkırmızı olduğunu hissettim. Durağa yaklaştığımızda arabadan nasıl indiğimizi bilmiyorum. Adam aklı sıra şaka yapıyordu. Oysa ben çok kızmıştım ve ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Annem “kızım üzülme, yıkarım şapkayı, gene takarsın” dediyse de… Bir daha takar mıyım? Annem yıkadı bir güzel ama ben bir başkasının, tanımadığım birinin başına takılan o çok sevdiğim, hep taktığım bereyi bir daha asla takmadım.
Şapkaları hep sevdim ama yaşamın hızında bir daha takamadım. Ancak evlenirken düğün öncesi nikâhta takabildim. Bir de gençliğimde siyah kürk bir kalpağım olmuştu, işte onu da seve seve kullandım, bir zaman evlendikten sonra kullanmadıklarımdan olarak duruyor hala. Bir vakit hasır şapkalar da süsledim başkaları için. Sadece deniz tatillerinde taktığım zaman zaman değişse de hasır şapkalarım hala benimle.