Bitişi Olmayan Şiir’de Sevginin ve İnsan Kalbinin Sınırsızlığı
Hatice Eğilmez Kaya
Görünenle ilgilenmek saygı duyulası bir eylem. Fakat görünmeyene eğilim göstermek; dışı değil içi, görünür olanı değil batın olanı, maddeyi değil özünü mercek altına almak insan olma sürecimizde derinlere -daha derinlere- in/ebil /memizi sağlar. Bütün sanat dallarında olduğu gibi edebiyat alanında da bu anlamlı tercihte bulunanlar tek boyutlu bakıştan sıyrılmayı kendilerine amaç edinirler.
Rasim Özdenören, eserlerinde eşyanın maddeselliğinden çok, insan ruhunda işlenmiş biçimine dokunan yönüyle dikkatleri üzerine çekmektedir. Bütün bir evrene, dünyaya ve insana bakışına mistik bir düşünüş biçimi hâkim olmasına rağmen düşüncelerini -çağdaşı olan birçok benzerinin aksine- okuyucusuna ham haliyle vermeye çalışmamıştır. Okurun özgür düşünme hakkına, saygının ürünü olan böylesine sağlam bir yoldan ilerlemesi, eserlerinin edebi değerini yükseltmektedir.
Kahramanmaraş ekolü olarak adlandırılabilecek bir edebi görüşün önemli temsilcilerinden olan Rasim Özdenören varoluşçuluk akımından faydalanmış olsa da Anadolu insanının seziş ve duyuşunu eserlerine yansıtarak körü körüne Batı hayranı olan sanatçılara, gümrah bir kaynak olan Anadolu medeniyetini işaret etmiştir. Anadolu topraklarının bereketini, bozkır insanının dünya hayatı karşısındaki hikemi duruşunu kendisine çıkış noktası alması, özümüzü şekillendiren sosyokültürel kaynağımıza sık sık başvurması, Özdenören’in kaleminin düşünsel yönünü güçlendirmiştir. Unutulmamalıdır ki İslâm felsefesi çağlar boyunca zengin bir coğrafyada ürün vermiş, bu ürünle beslenen hiçbir edebiyatçının eli boş kalmamıştır.
Bitişi Olmayan Şiir’i şöyle birkaç kez içinizden okuduğunuzda modern çağın yangınlarının, bu yangınlarla örselenmiş ruhların, dış dünyalarımızla iç dünyalarımızın çakıştığı noktaların, sokakları tenha fakat aynı zamanda insanlarının kalpleri kalabalık kasabaların, itiraf edilememiş ve kirlenmemiş aşkların, kalplerde bir azize hükmüne bürünmüş sevgililerin izleri sürülebilmektedir. Şair, çocuksu ve yeni yetme bir aşkın yıllar sonra anımsanmasından doğan duygularını dile getirerek dünü ve bugünü arasında gidip gelmeler yaşamaktadır.
Ölümsüz olmadığının farkına varmış tek canlı olan insanı en çok bitişler hüzünlendirmektedir. Yaratılış olarak sonlulardan rahatsız olan iç dünyamız; yitip giden günlere, geçmişte bırakılanlara, ellerimizin arasından bir sabun kıvraklığıyla kayıp giden zamana, mekânın dahi aynı kalamamasına, mevsimlerin değişir oluşuna, giden sevgililerin dönmeyişine içerlemektedir. Rasim Özdenören, Bitişi Olmayan Şiir başlığıyla bütün bu efkârlanma nedenlerimizi anımsatmaktadır.
Şiire “tak tak ayak seslerini aç köpeklerin işittiği bir yer vardır” diyerek başlayan şair, Necip Fazıl’ın serseri kaldırımlarda daha fazla duyumsadığı yalnızlık duygusunu işaret ederek okurun zihnine ‘mistik şair’i konuk etmektedir. Rasim Özdenören’in varlığından söz ettiği yer “aynı zamanda yıldızların kaydığı yerdir de…” Gençlik yıllarının kasabasına, ilerlemiş yaşlarda ziyarette bulunan, ötelere sevdalı bir adamın duygu yoğunluğu dikkate değer bir özellik taşıyor Bitişi Olmayan Şiir’de.
Rasim Özdenören yirmi birinci yüzyılda, köhnemiş bir gezegen olan dünya sahnesinde buzul çağının yaşlanmış virüsleriyle bilgisayar çağının delikanlı virüslerinin buluşmasından söz ediyor. Bizler biliriz ki geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek aynı menzile aynı anda varan oklar gibidir. Onların aralarında illüzyona benzeyen bir ortaklık vardır. Çocukluğumuzu ilk gençliğimizden, toyluk zamanlarımızı yetişkinlik yıllarımızdan ayıran bir sınır yoktur. Her an hayatımızın bu zaman dilimleri arasında bir yolculuk gerçekleştirebiliriz. Dünyanın geçmişi ve bugünü arasında da buna benzer bir ortaklık bulunmaktadır. Zaman saatlerle, günlerle, haftalarla, yıllarla, hatta asırlarla bölünemeyecek tek parçalı bir akıştır. Bu sonsuz ırmağın içinde her an her şey karşı karşıya gelebilir. Özellikle zamanın sırlarına akıl yoranlar için.
Rasim Özdenören uçsuz bucaksız okyanusları anımsatan iç denizlerimizden dem vurmakta Bitişi Olmayan Şiir’de. İç denizlerimiz bizim en mahrem olan yanımız. İşte orada şairin deyimiyle “yağmur homurtularının ve homurtulu yağmurun buluştuğu bir yer” vardır. Şairlerin “o belde” diye aradıkları, duyuyorum “anlatamıyorum” diye tanımlamakta zorlandıkları o karmakarışık yer aslında her birimizin içinde saklanan gizli bahçelerimizdir. Yitirilmiş ‘sevgililerin ruhu da orada’dır.
Mekan algısı oldukça önemli bir kavram. Görünen ve maddi özellik gösteren mekanlarla bu mekanların insan beynindeki gölgesi birbiriyle zıtlık oluşturabilir. Sınırları geniş olan dış dünya, sınırları çok daha geniş olan fakat ilk bakışta küçücük zannedilen idrakimize sığabilecek kadar küçülebilir. Rasim Özdenören içsel bir bakış tarzıyla uçsuz bucaksız yerlerin “toplu iğne başı büyüklüğündeki bir asit kabarcığı” gibiliğini ele alır. Maddeler dünyası “Ortalığı velveleye veren, sıçrayışları coşku dolu bir cümbüş olan yağ kabarcıkları” kadar minnacık fakat acıtıcıdır.
Vefa duygusu bazı insanlarda başkalarına oranla daha fazla gelişmiştir. Bu türden kişiler verdikleri söze, insanlara, ideallere, hatta eşya veya mekana dahi vefa sergiler. Memleket sevgisi bu türden bir vefa örneğidir. Rasim Özdenören doğup büyüdüğü kasabayı içten bir vefa duygusuyla şöyle betimler: “sokak içleri mutlaka yağmurludur / ve mutlaka o kasabadan bir tren geçer / tren istasyonu / kasabanın tam da orta yerindedir.”
Unutulamayan eski bir sevgili, itiraf edilememiş bir aşk hemen herkesin hayatından bir kere olsun gelip geçmiştir. Gençlik aşklarını yaz yağmuruna benzetenler her ne kadar haklı olsalar da hiç silinmeyen izleri kalır kimi gençlik aşklarının. Rasim Özdenören, Bitişi Olmayan Şiir’de, “İtiraf edilmemiş aşka / musap aşıkın trenden ineceği istasyon tam da bu kasabadadır / Ve sevgilinin evi istasyon civarındadır / Filmin başladığı ve koptuğu yer / Serseri aşık oralarda dolaşır / Başından aşağıya yağmur suları boşalır” diyerek böylesi bir aşktan söz eder.
Söylenememiş aşkı somutla soyut arasında bir yere benzeten şair, “musap aşığın” eski aşkına küçük bir kasabanın tenha istasyonunda ineceğini belirtir. Şiirde bu bölüm mavera kokusu ile dopdoludur. Şiirin “Çocukluğun ilk aşkı ordadır / dilek tutulur, parmak uçları birbirine dokunur” dizelerinde belleği geçmiş zamana yolculuk yapan orta yaşlı bir şair adeta o günlere dönüvermiş gibidir. Bu soyut yolculuğun etkisi şu metaforla somutlaştırılır: “Bilgin azizleşir muazzez aşkın toy sevgilisi olur.” Bilgin ve aziz arasındaki fark ne hoş gösterilmiş. Bilmekle içine doğmak arasındaki ayırım noktası da budur. Birinde öznenin, diğerinde öznenin sahibinin izleri görülür.
Sevgilinin mahallesinde olmak âşık için anlatılması zor bir saadettir. Her türlü sıkıntıya rağmen, her dereceden bedel ödeme pahasına üstelik. Şair, “Sevgilinin evinin yakınındadır ya, bu her şeye bedeldir / Bütün bir ömür boyu o evin karşısındaki küçücük parkta, o parkın kanepesinde, bu yağmur üstüne kovayla boşalırken beklemeyi göze alabilir.” diyerek sevilene yakın olmanın güzelliğini izaha çalışır.
Sözün büyülü ülkesine sığınmış olan herkes için şiir, yüksek bir dağın doruk noktasıdır. En derin duygular sadece şiire teslim edilebilir. Rasim Özdenören’in sevgilisinin evinin karşısında bir ömrü şiirler terennüm ederek geçirebileceğini söylemesi şirin sır tutuculuğuna olan güvenden kaynaklanmaktadır. İmgeler belki de şairlerin en muhkem kaleleridir. Şöyle der şair: “Orada ıslanarak, kahrolarak, mahvolarak şiirler terennüm etmek, söylenmemiş ne kadar şiir varsa hepsini bir anda, iç içe söylemek,” Sonrasında unutmuş da yeniden anımsıyormuşçasına ekler: “Parçalanmış şiir kâğıtlarını uçsuz bucaksız denizlere savurup onlardan donanma yapmak / Donanmayı ağır aşklara refakatçi kılmak / Ve böyle böyle yolculuğu sürdürmek…” Unutulamayan bir gençlik sevdasından beklediği budur aziz şairin..
Bitişi Olmayan Şiir’in son noktası aşkla konulmuş. “Her aşk bir afet ve felaketse, her aşk bir belaysa aşıkı kovalar” diyen şair aşkın tutulduğumuz andan itibaren bizi kolay kolay terk etmeyeceği hakikatini ifşa eder. “Aşık sevgilinin ardındaysa, bela da aşıkın ardındadır. Kovalar onu. Bitişsiz olarak, ölümsüz olarak, müebbede hükümlü olarak…” dizelerini sıralamış, sözü aşka gelip dayanmış bir şiir bitemeyecektir elbette.
Bir şiirden yayılan güzel kokulardan yola çıkarak şöyle diyelim: İyiye ve güzele gönülden bağlı güzel kalpli, insanların sözleri de güzel ve mis kokulu olacaktır elbette. Bilirsiniz, söz ve eylem sahibinin aynasıdır. Onların eserlerini okudukça biz de onlarla birlikte bu kokuyu alalım, onların güzel duygularına erebilelim temennisi ile…
Bitişi Olmayan Şiir
Tak tak ayak seslerini aç köpeklerin işittiği bir yer vardır. Orası aynı zamanda
yıldızların kaydığı yerdir de…
Buzul çağından kalma virüslerle sanal
virüslerin oynaştığı düzlemi biliyorsunuz.
Köpük kabuklarının
Ay parçasına dönüşmüş iç denizlerin
İç denizlerde yitmiş olan yıldızların en
mahrem yerindeki kara parçalarının
Yağmur homurtularının
Ve homurtulu yağmurun
Buluştuğu bir yer vardır…
Sevgililerin ruhu orada
Kızgın tavada kaynayan yağın içine damlatılmış toplu iğne başı büyüklüğündeki bir asit kabarcığıdır: ortalığı velveleye verir sıçrayışları coşku dolu bir cümbüştür yağ kabarcıkları
birbirine çarpıp hırçınlaşarak gazaba gelip
kudurarak buluşur.
Sokak içleri mutlaka yağmurludur.
Ve mutlaka o kasabadan bir tren geçer.
Tren istasyonu
Kasabanın tam da orta yerindedir.
İtiraf edilmemiş aşka musap aşıkın trenden ineceği istasyon tam da bu kasabadadır. Ve
sevgilinin evi istasyon civarındadır.
Filmin başladığı ve koptuğu yer…
Serseri aşık oralarda dolaşır.
Başından aşağıya yağmursuları boşalır.
Trençkotunun kirden kapkara yağ bağlamış dikiş yerleri yağmur suyuyla kabarmış yağmur suyunun incecik selleri aşığın boynundan aşağıya incecik derecikler halinde
kayıp durmaktadır…
Sevgilinin evinin yakınındadır ya, bu her şeye bedeldir. Bütün bir ömür boyu o evin karşısındaki küçücük parkta, o parkın kanepesinde, bu yağmur üstüne kovayla boşalırken beklemeyi göze alabilir.
Orada ıslanarak, kahrolarak, mahvolarak şiirler terennüm etmek, söylenmemiş ne kadar şiir varsa hepsini bir anda, iç içe söylemek,
söylediğini baştan sona bir kez daha tekrarlamak ve bütün tekrarları parçalayıp atmak
Parçalanmış şiir kâğıtlarını uçsuz bucaksız denizlere savurup onlardan donanma yapmak
Donanmayı ağır aşklara refakatçi kılmak
Ve böyle böyle yolculuğu sürdürmek:
beklediği budur.
Çocukluğun ilk aşkı ordadır, dilek
tutulur, parmak uçları birbirine dokunur
sonra bilgiçlikler delirmiş kan kanda
topaklanan bilginin bilgisi seslenirsin imdat der gibi bir sabah vakti bilgin! bilgin!
Bilgin azizleşir muazzez aşkın toy sevgilisi olur.
Her aşk bir afet ve felaketse, her aşk bir belaysa.. aşıkı kovalar.
Aşık sevgilinin ardındaysa, bela da aşıkın ardındadır. Kovalar onu. Bitişsiz olarak, ölümsüz olarak, müebbede hükümlü olarak…