Şiir Çizen Şairin Kitabı “Da” Üzerine Söylenebilecekler
Hatice Eğilmez Kaya
“biz kimiz, biz kimiz; biz denizde titreyen iki yakamoz. yıldızımız göğü çoktan terk etti”
Bir kedi sever olarak Da’ya baktığımda ilk dikkatimi çeken kapak üzerindeki şiirden kedi deseni oldu. “Kediler mistik varlıklardır” dedim. “Umarım kitaba ve şairine iyi gelir bu güzel şiir tablosu.”
Sonra ne mi yaptım? Kapaktaki kedili şiiri okudum. Şiirde kediye, insana, sevgiliye ilişkin birçok ayrıntı dikkatimi çekti. İnsanların ömürlerinin üst geçidinden geçmeleri ve yoğun trafikte kedilerin ölüyor olması… Şiir bir kediden çok sevgiliye sesleniyor.
“Bir sen anlasan mavinin her tonunu”, “seni düşünüyorum ah zer”, “sana kediler çizsem” diyor şair. Öyle kediler ki şarkı söyleyen, oyunlar oynayan, peşimizce yürüyen… Sahi kediler neden peşimizde dolanırlar.
Da; kedi ile söze başlıyor, böylelikle sezgilerimize işaret ettiğini de ima ediyor, bana kalırsa. Üstelik kedinin duruşu ne kadar da düşünceli.
Da’daki şiirler görsel ve deneysel şiire örnek oluşturuyor. Kitaptaki şiirlerin birçoğu dizeleriyle birer figür oluşturmuş. Da şairi Yusuf Bal için “şiir çizen şair” demek istiyorum. Şair, deneysel şiirin ülkemizdeki en önemli temsilcilerinden biri.
Her ne kadar artık şiiri tanımlama çabalarımızdan yavaş yavaş arınmaya çalışsak da, şiirin yapılmış en yerinde tanımlarından birisi de “darası alınmış söz” önermesidir. Da yoğun, konsantre edilmiş, fazlalıklarından arındırılmış şiirlerden oluşuyor.
Biçimsel olarak kitaptaki ilk 19 şiiri çoğunlukla üçgen geometride olmak üzere iki sütunlu deneysel şiirlerden oluşuyor. Her bir sütün ayrı ayrı okunabildiği gibi, birleştirilerek de okunabiliyor. Genelde ikinci sütün, ilk sütunun ters çevrilmiş hali ve aynı cümlelerden oluşuyor. Satranç oynarken bir sonraki hamleleri düşünmek gibi.
Gerçek şiir dinlendirmez, yorar bilinçleri; Da’daki şiirler de öyle. Şair, düşünsel açıdan da anlatım biçimi bakımından da şiirin hiç de kolay lokma olmadığını kanıtlıyor.
“seni yere bıraktım dünya, konuşma, sus artık”, “yoğunlaşıp mürekkebin dibinde”, “ne kadar sineğe benziyorsun”, “çekilelim biz olamadığımız meydanlardan”, “gülüşlerimizi sakladığımız uzak gezegenlerin eteğinde”, “anahtarları kırıp öyle küçülelim içimizde”, “kaybedilen asırları maziye gömüp, seni yeni arıyorum” cümleleri “Ölürsem Kalbime Gelme” isimli ücra şiirinden
“Samimiyet yoksa her şey suni durur şiirde, mesela bazen gül metal kokar” diyen Yusuf Bal, Da’da en çok kederli şiirlere yer vermiş. Keder, dünya hayatının damağımızda bıraktığı kekremsi bir tat. Çevresine hassas gözlerle bakan herkesin keder sokağına düşme olasılığı hep yüksek.
“gelme artık gelecek,bugün takvimleri söküyorum duvardan”
“kahrım cehennemin siyah üzümü, zift yüklü tankere sığar mı kalbim”
“yürü, ben acı; kırmızı akan nehrin koynunda hüzün”
“bugün güneş doğmadı üstüme çöken siyah bulutların arasından”
Soran, sorgulayan, eleştiren şiirler yazmış Yusuf Bal. Onun sorgulayışı emperyal ve kapital bir karmaşanın eleştirisi niteliğinde. Özellikle son iki yüzyılda medeniyet adına işlenen kitlesel cinayetler insanlığın ortak vicdanında neredeyse onulmaz yaralar açarken şairlerin duruşları bu acımasız duruma muhalif olmaktır. Da Ortaoğu’daki ve ülkemizdeki acıların şairin bilincindeki izdüşümü olarak dikkat çekiyor.
“sevinemiyorum nefes alsak da, komşumuz ölüyor gaz bombasıyla”
“uyandım, doğruldum ve tükürdüm”
” yasaklanmış silahları görünmez yapıyormuş tarafsız gözlemciler”
“bu harita nerenin ortası, yönümüz eski kıble”
“kıyama duran uçaklarda soğur yüzümüz”
“kanayan sazlıklar petrolden içmiş, masum kalmayan insanların gen haritasında cehennem yolu”
“yontulur şimdi israfil’in kıyamet suru, buz gibi ortadoğu”,
“nefesimizde ısınır poyraz, burası Anadolu”
“atların nalları altında ezilen toprakta ezilen vicdanın kayıp gemilerinde”
“gemi, top, tüfek; ne kadar öldürmeye yarayacak alet varsa toplanıyor savaşlarda,
minik parmaklardaki kınayı sökmek için ölüm taşırken çocuklara kapital bir fırtınayla”
“metal artıkları biriktiren doğal bir göl gibi kirleniyoruz”
” atların nalları altında ezilen toprakta ezilen vicdanın kayıp gemilerinde”
“ey dünya, hırsla kentleri yakıyor hortumlardan sızarak petrol
“et ve kemik hissediyor yükselen füzeleri”
Kitaba “çok hata yaptım, ama taptığım sadece Allah’tı; inanırken ikimizin kaderine” diyerek başlayan Yusuf Bal dünyaya, insana, olan ve olmuş her şeye İslam inancını yansıtan bir bakış açısıyla bakıyor. Bu bakış açısı inanca dair bütün unsurları sağlam bir düşünsel temelle aktarmakta. Geleneksel ya da alışılagelmiş bir bakış açısından çok, içerisinde kendine özgü nitelikler taşıyan bir gözle bakıyor. Dini motiflere atıfta bulunan dize sayısı oldukça fazla Da’da.
“şarkıların karışır kuşların ötüşüne cennette”
“intihar ediyor, meleklerin sualinde yüreğimiz”
” kusarken ateşte pişmiş taşı, şeytana içirip o cehennem aşından”
“yağmur yağar dua edersek”
“kitabı solundan verilen günahkâr bedenlerin kaldığı çukurda arıyorum dudaklarını”
Da, bir eser ismi olarak sıra dışı ve dolayısıyla dikkat çekici… Farklı bir duruş sergilemek zor bir tercihtir. Kitapta, Da isimli bir şiir de var. Biçimini ben penguene benzettim. Kitabı alt üst ederken algılarım da zihnim de yoruldu. Aslında şiir harekete mecbur bırakmalı galiba insan aklını.
Son dönem şiirinde şairler büyük oranda imgelerden güç alıyorlar. İmge hayal gücünün, söz söyleme yeteneğinin yansıması. Da şairi sık sık imgeye başvurmuş:
“ay doğmuştu saçına konan güvercinlerden”
“ay dudağında peri, yıldız gözlerinin yanıp sönen irisi”
“ severken seni, şiirden ölecektim
da, da, daa”
“mavi en büyük medeniyeti olur, kristal dağda parçalanan yedi rengin”
Da’da izlemesi en güçlü imgelerden birisi de bu:
“ bir yağmur sonrası çıkan gökkuşağından
u
ç
u
r
u
m
l
a
r
ı
ben öderim”
Yusuf Bal dizelerinin çoğunda “sen” hitabıyla birine sesleniyor. Bu dizelerde kâh sevgi, kâh sitem, kâh halini beyan, kâh binlerce yıllık kaygılarımız var:
“ayak seslerimden duysan gelişimi”
“sen yoksun, bilirim olmadığın yer çok ıssız şimdi” “Seni gökte ararken içimde buldum. İçim cehennem.”
“kaç yıl geçtiğine bakmadan/gelmeni bekliyorum her gün/ eski saat kulesinde”
Da şairi belki de saymamıştır, ben kitapta kırk şiir saydım. Bilirsiniz kırk sayısı tarafımızdan önemsenen sayılardandır. İster istemez bu sayının tesadüfi olmadığını düşünüyorsunuz. Şairin kırk şiirle okura kırk farklı kapı açtığını söylememiz bu açıdan oldukça mümkün.
Şiir isimlerine şöyle bir baktığımda dikkatimi çeken isimler şunlar oldular: Kâğıt Geminin Göğe Titreyen Kalbi, Kum Kadın, Kuş Zaman, Anne Ben Öldüm mü, Süt Geçit, Kırık Saat, Ruhuna Yazılmış Gezegenlerin Düştüğü Girdap… İsimlerde şairin zaman zaman dilin, algının ve anlayışın olanaklarını zorladığını fark ediyoruz. Aynı sınırları zorlama durumu şiirlerin içeriklerinde de sürüyor.
Bazen şairler şiiri dünya tasasına bulaştırmamaya çalışırlar. Onların seçimlerine her ne kadar saygı duysak da şiir gördüğü adaletsizliklere tepkisiz kalamaz çoğu kez. Yusuf Bal şiirlerinde sosyal ve toplumsal bir duruş sergilemekte. Şöyle ki:
“yasaklanmış silahları görünmez yapıyormuş tarafsız gözlemciler
uyandım, doğruldum ve tükürdüm”
“müslümanlar ölüyormuş, kalplerini gömünce ihanet sofrasına”
“yönümüz eski kıble, kıyama duran uçaklarda soğur yüzümüz”
“susmak susturmak bazen, beyninde patlamak zalim avrupa’nın, kıyamet panayırında”
Her çağın yangını farklıdır. Ve çağ yangınlarından en çok haberdar olanlardandır şairler. Geri dönüp arkamızda bıraktığımız, belki de sonsuz bir zaman denizine bıraktığımız çağlara bir bakın. Her birinde ayrı kederler, apayrı acılar içeren yangınlar var. Yunus Emre’nin 13. yüzyılı ya da Dadaloğlu’nun 18. Yüzyılı, Ahmet Haşim’in 19. Yüzyılı, Orhan Veli’nin, Nazım Hikmet’in, Necip Fazıl’ın, Cemal Süreya’nın, Sezai Karakoç’un 20. yüzyılı birbirinden farklı kaygıların nedenidir. Yusuf Bal da çağdaşlarıyla beraber 21. yüzyılın çağ yangınlarını dile getiriyor:
Sık sık sevgiliye hitap eder şair; “akşam oldu, gözlerini kapat dönelim hadi; ah, her yanımız hayal, her yanımız rüya”, “sonra saçların, saçların ne güzel kokmuş senin; leylak takmışsın gibi her teline”, “kayalara vuran sesi arar, elini bir kez uzatsan, uzattığın el kalbime değer, ince parmaklarından dökülürüm tuvale”
Hüzün Doğu’nun ortak duygusu olmalı. Doğu’nun havasını soluyan, onun düşünsel ikliminden beslenen her şairin dizelerinden hüzün damıtmamız mümkün olacaktır. Da’daki birçok dizeden olduğu gibi:
“damarlarıma çektiğim hüzün kimliğim. sulasın büyütsün arıtılan toprağı”
“gün nereden doğarsa doğsun, karanlık kutsal, kırmızı kışkırtıcı ve kuleler idamlık”
“acıdan yazıyorum – çünkü kâğıt insandan sonra çürür” diyor şair bir arının kanadındaki dizesinde.
İnsan, yaşadığının, öleceğinin farkında olan, üstelik ötelere namzet bir varlık. Ruh ve beden ikilemi içinde savrulması, var olmanın hem tatlı hem acımsı, hem değerli hem ağır yüküyle imtihan olması hep bunun kanıtı. Bir parça post modernizmin, bir parça sürrealizmin, bir parça dadaizmin izlerine rastlanabilecek Da, varoluşsal sancıların yoğun olarak hissedildiği bir kitap:
yüzüme baksan
ve içime düşsen erken,
dolaşsak gezegenin varoluş sisteminde
siyah kuşları sevmişimdir, çok eskiden beri
farklı gelmiştir şarkıları, hep siyah
çadırım yanar, sokağa sığmam
meteor parçası gibi atmosfere sürtünsem
sonra arkamda bıraktığım gökyüzü kül kadar gri
yanan her şeyi bırakıp yanıma yangını aldığımdan beri
siyah kuşlara ve tarihi eserlere ilgim var
sen bana saçının rengini söyle fakat
gözlerinin rengini kendim bulmalıyım
her ânımda hissederken varlığını
yokluğuna şaşırmıyor d e ğ i l i m
sonra çiğ taneleri yıkarken kirpiğimi
çok eskiden beri düşünüyorum seni
karbon 14 ile yaşımı tespit etseler, acı
öldürülmüş bir trenle kan bağım ortaya çıkar
curcuna kopar elektrik alsam gözlerinden elime
belki erken geldim; belki erken gelmek kaderimde
tarihi belirsiz bir gülüş, batacak gemide yolculuk olur
satranç t a h t.a s ı n d a, kaleden ağır bir atla kaldığım
her kış acı değil, mühendisleri piramitlere gömersek acı
yeni kanatlarımızı açıp, elimizde çiçeklerle beklesek baharı
sen derin uykuna dalmışken,kirpiklerinin gölgesi bana değer
seni uyandıran karganın sesiyle söylüyorum; da daa, daaa
sen uyurken, işte tam bu noktada, şarkıya öykümü koyuyorum
sana dönmüştüm yüzümü, çoğu zaman seni arayan sandaldım
yükümü kucaklarken karadeniz, çırpınsaydım boğulacaktım
seni unuturdum ama tarihi içine sinmeyen her adam yarım durur
ipi tutan elim terk edilmişti, senden önce de terk edilmiş çocuktum
mektup yazacaktım sana, ama her mektup bana postAcıları hatırlattı
bu yüzden kalbimi şiire alıştırdım,
severken seni, şiirden ölecektim
da, da, daa
Sayfa 38, DA şiirinden alıntı
Da’nın son sayfalarında aforizmalara yer vermiş şair. Okur kitaptaki aforizmalarda şairin haddeden geçirilmiş duygu ve görüşlerine tanıklık edecek. Şair eserini aforizmalarla bitirerek en etkin mesajlarını okurunun dimağında bırakmak istemiş olmalı. Da üzerine söylenecek söz çok. Bununla birlikte ne gerek var hepsini söylemeye onlar da söylediklerimiz gibi iyiden, güzelden ve şiirden yanadır şüpheniz olmasın.
Bol okunup keşfi temennisiyle…