Biriktirdiklerim’den Seçmeler, 9, Zamanın Dışında
Cansaran Kızıltaş
Şurası bir zamanlar üniversitede okuduğum o zorlu yıllarda arkadaşlığı, yolculuğu paylaştığım bir güzel dostun her zaman ruhu ve gönlüyle bende ayrı bir yeri olan arkadaşımın evine giden yol. Bu yol şimdi artık epeyce bir zaman önce eve giden ayakların eksildiği sahiplerinin bir bir hayattan çekildiği kendi içine döndüğü sessiz sakin bir zamanın izlerini taşıyor. Ah o eski Üsküdar, eğri büğrü sokakları her şeye rağmen tüm yoksunluğuyla zamanın gerisinde zamana, arta kalan vakitlerden dışarıdan bakmaya devam ediyor. Arabayla sokaklarda ilerliyoruz, köşe başında ahşap iki katlı bir ev görüyoruz, kalbim eve bakmadan edemiyor. Pencerelerinde yaşanmış huzuru o günlerden kalan insanın yüreğini titreten küçücük şeyleri arıyorum. Ve hala böyle bir evde oturuyor olanların yaşanılan zamanın dışındalığına içimi çekerek başımı yaslıyorum. Şu ötede arkadaşım oturuyor, biliyorum. Akşam gölgelerinin Sarayburnu’ndan Üsküdar’a bu evin ve diğer evlerin yoksul küçük bahçelerine tozlu yapraklarına kurumuş sarmaşıklarına dingin bir duyguyla indiğini biliyorum. O çoğunlukla dar eski birbirine yaslanmış mütevazı evlerin uzunca bir koridorun sonunda sıkıştırılmış olan eski balkonunu düşlüyorum. Uzakta sular derin ve sular bazen mavi bazen soluk. Sonra Kız Kulesi duruyor asırlardır hep aynı yerde. O hiç bitmeyen masalını söylüyor mırıl mırıl Büyük Selimiye Camii’ne dönüyoruz. Her şey sessiz sakin ve her şey bir parça huzur. İnsan buralardan geçerken ait olmadığı uzak kaldığı bir parçanın içinde olamadığına üzülüyor. Kendi içine yolculuk bu sessiz huzur içinde galiba daha kolay oluyor.
Uzaktan görülen kışlanın tarihi kemerli bir kapısı büsbütün bu manzaraya sakin unutulmuş bir görünüm katıyor. Sonra sağa dönüyoruz az biraz. Camiinin kapısı görülüyor sağ tarafımda restore edilen bu dünyadan uzak şeyler duruyor. Bir avuç su gibi dua gibi ellerime dolduruyorum yerde yatan sağa sola doğru kıvrılmış taşları, o ahşap yapıyı. Acelesi var insanların; kapıda cenaze arabası. O sessiz kemerin kapının altından giriyoruz Küçük telaşlı adımlarla buraya kaçıncı gelişim. O sakin avluda mezar taşlarının eski çoktan unutulmuş yabancı hüznüne bakıyorum. Kimler orada yatanlar? Hala bu zamana direnme varlıklarını; bu dünyadan ayrılıklarını kendilerini var etme çabalarına gözlerim ruhum ve ellerimle destek vermeye çalışıyorum. Biliyorum her yenilenen kanatlanan dualarda yeniden var olacaklarını nefes alarak o eski koyultulmuş renkleriyle lal olmuş serviler altında avludaki ayak seslerine o dünyaya katılmaya çalışan birazdan son yolculuğunu tamamlamaya giden suskunlara kendilerince bir hoş geldin diyeceklerini arkadaşımı buluyorum. Birkaç yıl öncesinde annesini sonrasında henüz genç denilecek yaşta kaybettiği benim de resim hocam olan ablasını şimdi de ebediyete uğurladığı babası. Henüz bir buçuk ay önce imza günüme haberim olmadan arkadaşları toplayarak gelen, o sakin huzurlu büyüdüğü yere benzeyen Fransızca öğretmeni arkadaşım Zübeyde ve diğerleri. Sarılıyoruz birbirimize, kelimeler kifayetsiz. Ama zaman akıp gidiyor. Soğuk rüzgârlı bir günde o eski sakin avludan sonra diğerleri. Ve ne güzel diyorum; ne güzel dostluklar, arkadaşlıklar biriktirmişiz. Çok sevgili benim için her zaman yüreğimde ayrı bir yeri olan uzun yıllar okul arkadaşım Çiğdem Nurilhayat Hoca’m; Nevin, Özgül, Hacer Hoca’m ve diğerleri iyi ki yollarımız kesişmiş. Saçlarının sarı papatyalarına örttüğü bordo simli örtüsüyle bir diğer arkadaşım Selma sarılıyor bir kere daha;
“Cansaran kendine dikkat et çok solgun görünüyorsun. Makyaj yap bir şeyler yap!”
Gülümsüyorum. Sonra Nurten’im:
“Zübeyde işte buralarda büyüdü.” Babası büyük Selimiye Camii’nin imamıydı, yirmi yıl çalışmış.
Şimdi Zübeydeciğime bakıyorum; onun o sakin güler yüzlü, insanı kırmamaya özen gösteren, su gibi hayatında yaşadığı onca zorluklara rağmen sabırlı duruşuna daha bir yakıştırıyorum oraları. O avluda oynamak. Serviler o eski mezar taşları arasında zamana düşen asırların gölgesi altında çocuk olmak, büyümek ve hep sonsuzluğa bulaşmak. Daha bir bakmaya devam ediyorum şu kısacık an ve ebedilik. Sonsuz bir kapının varlığını düşünmek ve hiç unutmadan yaşamak. Galiba bunun farkında olmak, insana unuttuğunu hatırlatan duyguyu taşıyarak yaşamak. Bence dünyada bize insan olduğumuzu anımsatan yegâne şey olmalı.