SERÇE VE SIĞIRCIK KUŞU
Sabah gün ayar aymaz yaprağı dökülmüş ağacın dallarında serçeler ötüşmeye başlarmış. Bu biraz sonra Büyülü Bahçe’deki evin cam kenarında buluşmak için birbirlerine haber vermeleriymiş. Bir sabah yine böyle gün aydınlanıp herkes işine çocuklarda okuluna gittiğinde karınlarını doyurmak için beklemeye koyulmuşlar. Mutfak penceresinin camı yavaşça açılmış çok sevecen merhametli ev sahibi görünmüş. Öyle ki kuşları beslemeden bir gün bile geçirmezmiş. Yine bir gün kumru karşıki evin saçağında beklerken lokmaları görünce hemen koşmuş cam kenarına gelmiş. Kendisine bırakılan ekmeklere teşekkür etmek için arada başını kaldırıp bakıyormuş. Sonra serçeler gelmeye başlamış. Hepsi musmutlu karınlarını doyuruyorlarmış. Birden karışık çok tiz sesler duymaya başlamışlar.
Bir de bakmışlar ki yiyeceklerine konan bugün o Çiçekli Dağ’ın eteklerindeki Büyülü Bahçe’de şimdiye kadar hiç görmedikleri yabancı kuşlarmış. Renkleriyse koyu gri üzerinde beyaz beyaz benekleri varmış. Benekleri o kadar çok o kadar güzelmiş ki sanki kanatlarının arasında inciler gizliymiş. Biraz da serçeden büyük tombul kuşlarmış. Sonra iki tane güvercin gelmiş, topladıkları kırıntılara ortak olmaya başlamışlar. Ama yeni gelen tombul kuşlar o kadar çoğalmışlar ki kısa sürede sesleriyle ortalığı gürültüye boğmuşlar. Çok tiz sesle ötmeye başlamışlar. Bunu gören büyüklü küçüklü bütün kuşlar cam önünü terk etmeye başlamışlar. Bu kuşlar sığırcık kuşlarıymış. O zamana değin uzak yerlerde yaşarlarmış. Sadece minik bir serçe kalmış lokması ağzında korkudan kalakalmış. Sığırcık kuşu inci bezeli kanatlarını kaldırarak gürültücü sesiyle
“Korkma, lokmanı bitir!” demiş.
Minik serçe kendine benzeyen ama kendinden büyük kanatlarının arasında inciler taşıyan sığırcığa korkarak bakmış. Onun sevecen bakışları karşısında ağzındaki lokmasını bitirmiş.
Şimdiye kadar görmediği kuşa sormuş:
“Hiç buralarda görmedim seni, nerden geliyorsun?”
“Biz aslında insanların çok olmadığı yerlerde yaşarız. Her yıl bulunduğumuz yerden uzaklara göç ederiz. Bu yüzden bize göç kuşları da derler. Göç ederken gökyüzünde öyle kalabalık oluruz ki görüntümüzle, şen şakrak seslerimizle çok güzel resimler çizeriz gökyüzüne. İnsanlar gelip bu muhteşem görüntümüz altında hayranlıkla durup bize bakarken kimileri de fotoğrafımızı çekerler.”
“Peki buralara nasıl geldiniz, yolunuzu mu şaşırdınız?”
“Bir nevi öyle de denilebilir. Bizim yaşayabileceğimiz alanlar yavaş yavaş yok oluyor. Nerelerden geçtiysek ağaçların yeşilliklerin artık azaldığını görmek çok üzüyor bizi. O nedenle de yollarımızı değiştirip yiyecek bulmak için şehirlerin içlerine girmeye başladık. Biz de memnun değiliz bu durumdan.”
Bunları söylerken kanatlarının altında tombiş gövdesinde bulunan incilerden birkaçı gözyaşı olup dökülmüş cam kenarına. Serçe onun bu haline çok üzülmüş. Oysa biraz önce gürültücü sesleriyle doluşan her zamanki yiyeceklerine ortak olan sığırcıklar meğerse zor durumdaymışlar. Demek ki “lokmalar ne kadar çok paylaşılırsa o kadar çok canlı doyarmış.” Sığırcık kuşu serçeyle vedalaşmış. Diğer arkadaşlarının yanına doğru kanatlarını açıp uçup gitmiş.
Serçe; “güçlü görünenlerin görünüşüne aldanmamak gerek, herkesin bilemediğimiz sıkıntıları olabilir” diye düşünmüş.