Unutulmuş Bir Öykücünün İnceliklerle Dokunmuş Hayatı
Öykü, edebi türler içinde oldukça saygın bir yere sahip. Çağlar boyunca gösterdiği, kendine özgü ve istikrarlı gelişimle bu saygın yeri hak ediyor. İnsanı insana anlatan, insanı insana tanıtan, insanı insana gösteren öykülerle zenginleşir her toplumun edebiyatı.
İddiasız bir tavrı vardır öykünün, mütevazı bir edası. Uzun uzun anlatmaz yazar hiçbir durumu, fazlaca deşmez hayatın sahnelerini. Azıcık konuşur, fakat dikkatle dinletir söylediklerini. Dar mekânlara, kısa zamanlara sığdırır birçok duygu ve düşünceyi.
Herkesin bir öyküsü var okunmaya, kulak verilmeye değer. Öykü yazarı derin bakışlarla, dikkat kesilerek izlemeye dalar çevresinde gördüklerini. Devşirdiği insan manzaralarını aklına kaydeder, gönlünde demlendirir, zamanı gelince de satırlara düşürür birikimlerini. Yazamazsam delireceğim, diyen Sait Faik, bir öykücünün yazmak zorunluluğundan yere dem vurmuyor. Görüp de yanabilmek, yanıp da söyleyebilmek, hayatın ayrılıklarını yitiklerini dile getirmek, eşyanın sadece dışına değil özüne de bakmak, görülenleri hayal aynasından süzerek yansıtmak… her biri insana dair hallerdir. Ve, gerçekle kurgunun zihnimizdeki birleşiminden oluşan öykü yazmak eylemi, bu hallerin açığa vurulmasında epeyce işe yarar.
Batı edebiyatında roman ve öykü gibi modern türler, edebi ekollerin ortaya çıkmasıyla paralel bir gelişim göstermiştir. Eski ve ilkel sayılabilecek edebi türler, zamanla evrimleşerek adını andığımız yeni ve gelişmiş türlere terk ettiler yerlerini. Türk edebiyatında ise bu yerini terk ediş, birkaç yüzyıl gecikmeyle gerçekleşti. Önceleri halk hikâyelerimiz, rivayetlerimiz, efsanelerimiz, kıssalarımız, menkıbelerimiz… anlatıyorlardı bize bizi. Batılı anlamda öykücülüğümüz 19. yüzyıldan itibaren adı her fırsatta anılmaya değer birçok öykücü yetiştirdi. Binlerce öykü döküldü onların kalemlerinden. Binlerce öykü yayımlandı edebi dergilerde ve sayısız kitapta. Ve ne hazin ki, içlerinde unutulanlar ya da hak ettiği değere kavuşamayanlar oldu. Oysa marifet iltifata ne kadar da tabidir. Fahri Celâl Göktulga, unutulmuş öykü yazarlarımızdan biri. Cüneyt Issı “Fahri Celâl’in Hikâyeciliği -II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Taşan Duyarlılık-” adlı eserinde bu değerli öykücümüze çoktan ödememiz gereken bir vefa borcunu hepimizin adına öder gibi.
Kimdir Fahri Celâl Göktulga? Sadece unutulmuş, daha doğru bir ifadeyle, edebiyat tarihimizin tozlu sayfalarına hapsolmuş bir yazar mı? Elbette hayır! Eserde Celal Fahri’nin öykücü kimliğinin yanı sıra, bilim adamı, ruh hekimi, zarif ve kültürlü bir İstanbullu kimliği üzerinde de duruluyor. Okur bu eserden yola çıkarak, yazarın hoşsohbet ve nüktedan bir dost, kadınlara karşı oldukça kibar bir beyefendi oluşunu, duyarlı karakter yapısını, çalışkanlığını, işine bağlılığını keşfediyor. Belki de tüm bu saydıklarımız bir araya gelip Fahri Celâl’in Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e taşan duyarlılığını, sağlam bir öykü yazarı olma ayrıcalığını oluşturmuştur.
Cüneyt Issı’nın Fahri Celâl’in Hikâyeciliği adıyla yayımladığı eseri, her şeyden önce bilimsel karakteri olan bir eser. Yazar, Fahri Celâl’in hikâyeciliğini değerlendirirken her türlü detaya; ince bir titizlikle önem veriyor. Derleyip toparladığı verilerin ışığında Fahri Celâl’i ve hikâyelerini nesnel bir edayla gözler önüne seriyor. Nesnel bir edayla diyoruz, zira bu eserde Fahri Celâl adeta ete kemiğe bürünüp karşımıza çıkarken ne abartılı bir şekilde övülüp birilerinden savunulmaya çalışılıyor, ne de haklı ya da haksız eleştirilere maruz bırakılıyor. Yaşadığı topluma ve yaşadığı döneme masumane bir gözle tanıklık eden bir yazar olarak sunuluyor.
Fahri Celâl’in öykücülüğümüzdeki en önemli yanı, yaşadığı dönemin yakın tarihimizde oldukça hassas bir döneme denk gelmesi olsa gerek. 1895 yılında dünyaya gelen yazar, 3 Haziran 1975 tarihinde vefat etmiştir. Yazarın doğum ve ölüm tarihlerine bakınız; Fahri Celâl, koskocaman bir imparatorluk dört bir yanından tüketilirken gözlerini dünyaya açıyor, bir devletin çöküşünü, başka ve yepyeni bir devletin sayısız umutlarla doğumunu görüyor. Bir Doğu milletinin batılılaşma sancılarını onun bir ferdi olarak yaşıyor, iki büyük dünya savaşından geçiyor, genç bir devletin bir türlü durulmayan siyasal çalkantılarla dolu yıllarını görüyor… Tüm bunlar hassas bir kalbe, derin bir akıl yapısına sahip olan Fahri Celâl’in satırlarına yansıyacaktır doğal olarak. Kısacası, bir okur onun öykülerini okurken sadece Fahri Celâl’i değil, yaşadığı çalkantılarla dolu çağı da okuyacaktır.
Fahri Celâl, yazarlığının yanı sıra çalışkan ve işine son derece bağlı bir ruh hekimi… Türk tıbbında oldukça önemli bir yere sahip olan Mazhar Osman (Uzman)’ın öğrencisi ve halefi konumunda olan bir kişi. Gerçi yazar kimliği ile hekim kimliğini mümkün olduğunca ayrı tutmaya özen gösteriyor. Fakat bu, gerçek anlamda olanaksız elbette. Yazarın eserlerinde görülen ruh tahlillerinde iddiasız da olsa bir bilimselliğin oluşu, aldığı psikiyatri eğitimine ve karşılaştığı vakalara bağlı olmalı.
Eserde Fahri Celâl’in hayatının önemli köşe taşları üzerinde duruluyor. Bu önemli köşe taşları Fahri Celâl’in kişiliğini ve eserlerini ne derece etkilemiştir? Bunun kararını vermek ise okura bırakılıyor. Edebiyatla yakından veya uzaktan ilgisi olan herkes bilir ki bir yazarın eserlerini hakkıyla anlayabilmekte ve yorumlayabilmekte hayatının, eğitiminin, dünya görüşünün bilinmesi oldukça önemli bir aşamadır.
Fahri Celâl’in Hikâyeciliği, 4 bölümden oluşuyor. Birinci bölüm ‘Ana Çizgileriyle Fahri Celâl Göktulga: Biyografi ve Kişilik’ adını taşıyor. Bu bölümde Fahri Celâl’in doğumu, ailesi, eğitimi, meslek hayatı, evliliği, emekliliği ve ölümü gibi başlıklarla yazarın geniş bir biyografisi verilmiş. Aynı bölümde ayrıca Fahri Celâl’in kişiliğinin ve sanatçı kimliğinin önemli noktaları anlatılmış. Okur böylelikle sağlam bir üslupla dile getirilmiş bir yazar portresiyle karşı karşıya kalıyor.
İkinci bölüm, ‘Hikâye Yazarı Fahri Celâl Göktulga’ başlığı ile kaleme alınmış. Bu bölümde yazarın öykü yazmaya başlaması, ilk öyküsünün yayımlanması, öykücülüğünün ana çizgileri, Türk edebiyatındaki yeri üzerinde duruluyor. Bu bölümün en dikkat çeken yanı, Fahri Celâl’in oldukça üretken bir yazar olmasına rağmen neden unutulan bir hikâyeci olduğunun anlaşılmaya çalışılmasıdır. Cüneyt Issı bu dikkat çekici ve bir o kadar da üzücü sonucun nedenlerini açıklamaya çalışırken şu olasılıklardan söz eder: Fahri Celâl’in öykülerinin birçok antolojiye girmeyişi, adının sık sık duyulmayışı sadece aşırı mütevazı olmasından mıdır? Sanatı yedeğine alması veya öyle görünmesi midir? Dergi ve gazetelerde sözünün sıkça edilmemesi midir? Reklama ilgi göstermeyip esere önem vermesi midir? Sonuç olarak da yazarın bütün üstün meziyetlerine rağmen sosyal bir kişilik yapısına sahip olmayışı, toplumsal hayata karışmayıp gözlemci bir tavırla yaşaması tüm nedenlerle birleşerek onu tıpkı Ayaşlı ve Kiracıları’nın yazarı Memduh Şevket Esendal gibi küflü kütüphane raflarına terk etmiştir. Fakat yazar zamanla bu değerlerin hak ettikleri değeri elde edeceği hakikatini de ekler bu konuyu sonuçlandırırken.
Üçüncü bölüm ‘Yazar Fahri Celâl Göktulga: Bütün Eserleri’ başlığı ile kaleme alınmış. Bu bölümde Fahri Celâl’in kitaplaşmış öyküleri, dergi ve gazetelerde kalan öyküleri ve yazıları üzerinde duruluyor. Buna göre Fahri Göktulga’nınTalâk- ı Selâse, Kına Gecesi, Keloğlan Çanakkale Muharebelerinde, Eldebir Mustâfendi, Avur Zavur Kahvesi, Salgın, Rüzgâr, Çanakkale’deki Keloğlan, Bütün Öyküler adında yayımlanan eserleri tanıtılıyor. Yazarın oldukça fazla sayıda oluşturduğu öykü kitapları üretken bir sanatçının varlığını kanıtlar niteliktedir.
Dördüncü bölüm ‘Fahri Celâl Göktulga’nın Hikâyelerinin İncelenmesi’ adını taşıyor. Cüneyt Issı bu bölümde öncelikle, oldukça titiz bir sınıflandırma yöntemiyle yazarın eserlerindeki temalar üzerinde duruyor. Buna göre Fahri Celâl’in eserlerinde işlediği temalar şunlardır: Aile kurumu, eğitim ve öğretim meseleleri, devlet vatandaş ilişkileri, adalet ve gelenek, bazı meslekler, ihtiyarlık, ruhsal bozukluklar, akıl hastası kişiler, kadın erkek ilişkileri ve savaş. Fahri Celâl’in öyküleri okunduğunda Türk sosyal ve kültür hayatının en sancılı dönemlerine ait realist bir panorama karşımıza çıkmaktadır. Bu öyküler aracılığı ile oldukça uzun bir zaman dilimindeki sosyal zihniyetimiz gözler önüne serilebilecektir.
Dördüncü ve son bölümde Fahri Celâl’in öykülerinde görülen insan tiplerine çok önem verilmiş. Yazar, Fahri Celâl’in öykülerindeki kişileri de oldukça titiz bir sınıflandırmaya tabi tutuyor. Erkekler ve kadınlar yaşlarına ve sosyal konumlarına göre ayrı ayrı ele alınıyor. Bu kişilerin ortak yönleri oldukça gerçekçi ve doğal olmalarıdır. Yazar eserlerinde işlediği kişileri en ince ayrıntısına kadar irdeliyor, olanca inandırıcılıkları ile bir toplumun tüm katmanlarını gözler önüne seriyor. Öykü yazmanın büyülü etkisini sağlayan en önemli unsur da bu olsa gerek. Fahri Celal’in çizdiği insan manzaraları bugün devrini tamamladı fakat onun öyküleri aracılığı ile zamanda yolculuk yapıp onları yeniden ve yeniden seyretmek mümkün. Bu inceleme eserinin okura anımsattığı en önemli gerçek insanı tanımak isteyenlerin yollarının öyküden geçeceğidir.
Bir toplumu anlamak ve tanımak isteyen herkes o toplumun edebiyatına dikkat kesilmelidir. Bu anlamda yazarlarımızı, şairlerimizi ne kadar yakından tanırsak, içinde yaşadığımız toplumu da daha sağlıklı değerlendirmiş oluruz. Oysa edebiyatımıza bir göz atsak kenarda köşede kalmış ne kadar çok yazarımız, şairimiz olduğunu görürüz. Fahri Celâl Göktulga, unutulmuşlar kervanının en anımsanası simalarından biri. Cüneyt Issı’nın Fahri Celâl Göktulga’nın hayatını, sanat anlayışını ve hikâyelerini konu edinen eseri, onu bizlere en insan yanıyla tanıtıyor. Buna kuşku yoktur ki öykünün değerini, insanı tanımanın hikmetini kavrayan her okur bu türden eserleri okuma ihtiyacı her zaman duyacaktır.
Hatice Eğilmez Kaya